Eğitim-İş Sendikası Aydın Şubesi üyeleri, içerisinde Cumhuriyet’in, Atatürk’ün olmadığını ve bilimin yok sayıldığını savundukları yeni müfredat hakkında Aydın İl Milli Eğitim Müdürlüğü önünde ellerindeki döviz ve pankartlarla protesto eylemi gerçekleştirdi. Düzenlenen eylemde Eğitim-İş Aydın Şubesi Hukuk Özlük ve TİS Sekreteri İbrahim Ilgar, şube yönetim kurulu adına basın açıklamasında bulundu. Açıklamada, Türkiye Yüzyılı’nın ilk eğitim döneminin eğitimi yüz yıl gerileterek bittiğini savunan Ilgar, “Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli” adını taşıyan yeni müfredat, bizlerin ve ilerici kamuoyunun itirazlarına rağmen eğitimin belkemiğine yerleştirilmiştir” dedi. Düzenlenen basın açıklamasına katılan Eğitim-İş Başkanı Şaban Özdemir ve sendika üyesi öğretmenler, Milli Eğitim Bakanı Yusuf Tekin’e sembolik olarak tasdikname de verdi.
“İKTİDAR “EĞİTİMİ” DE PARÇALAMAYA BAŞLAMIŞTIR”
Ilgar iktidarın eğitim politikalarını eleştirdiği açıklamasında şu ifadelere değindi; İktidarın “Türkiye Yüzyılı” etiketini, bulduğu her yere yapıştırdığı bir evrede tamamlanan 2023-2024 Eğitim-Öğretim dönemi, eğitimde birçok değişikliğin yaşanmasıyla son bulmuştur.Ne yazık ki bu değişiklikler, eğitimi ve eğitimin bileşenlerinin koşullarını iyileştiren değil daha da gerileten hamleler olarak tarihe geçmiştir. Eğitim sistemimizi yıllardır sistematik olarak gericileştiren, piyasacılaştıran, niteliksizleştiren iktidar, yakın zamanda “milli”sini yok ettiği milli eğitim sistemimizde bu kez “eğitimi” de parçalamaya başlamıştır.
“SEÇMELİ KELİMESİ LAFTA BIRAKILMIŞTIR”
MEB’in dernek maskesi takmış tarikatlarla ve Diyanet ile imzaladığı protokoller, eğitimi daha da gericileştirirken çocuklarımızı daha da savunmasız bir duruma itmiştir. ÇEDES garabeti, bu dönemde en öne çıkan tehlike olmuştur. Proje kapsamında okullara imam, müezzin, vaiz, din hizmetleri uzmanı ve Kuran kursu öğreticisi gönderilmesi, çocuklara birçok ilde cami temizliği, mezarlık temizliği yaptırılması gibi uygulamalar bu dönemde sıklıkla karşımıza çıkmıştır. Okul öncesi eğitimi özellikle zorunlu eğitim kapsamına almayan MEB, bu alanda Diyanet’in daha da aktif olmasına yol açmıştır. Diyanet’in Kur’an kursları, işlevinden koparılarak genel eğitim kurumları gibi lanse edilmiş, usulsüz etkinlikler düzenlenmesine zemin hazırlanmıştır. Din derslerinin zorunlu seçmeli dersler haline getirilmesi uygulamasının bu eğitim döneminde dozu artırılmış, ‘seçmeli’ kelimesi lafta bırakılmıştır.
“ATATÜRK, CUMHURİYET HİÇ KULLANILMAMIŞTIR”
“Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli” adını taşıyan yeni müfredat, bizlerin ve ilerici kamuoyunun itirazlarına rağmen eğitimin belkemiğine yerleştirilmiştir. Dini derslerin artış gösterdiği, bilimsel derslerin geriletildiği, ülke tarihinin çarpıtılarak anlatıldığı, konu ve anlam sıralaması bile yanlış şekilde yapılan bu müfredat, bilimsellikten daha da uzak bir eğitimin başlangıç düğmesi olmuştur. Laik ve çağdaş eğitim iğdiş edilmiş, iktidarın sorgulamayan nesiller yaratma gayreti bu müfredatta vücut bulmuştur.
Eğitim programına verilen “Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli” adı dahi müfredatın nasıl bir düşünce yapısıyla hazırlandığını göstermektedir. Milli Eğitim Bakanlığı’nın adını Maarif Vekilliği diye değiştirmeyi önermeleri yakındır. Sabır telkinleri yapılan öğretim programları ortak metnine, “ahlak” kelimesi 61 kez, “erdem” kelimesi 46 kez kullanılırken, Atatürk, Cumhuriyet, demokrasi, yurttaşlık hiç kullanılmamıştır. Milli Mücadele altında Kurtuluş Savaşına yer verilmemiştir.
“TÜRKİYE CUMHURİYETİ’NİN EĞİTİM MÜFREDATI OLAMAZ”
Eğitim İş olarak diyoruz ki Işığa tutulduğunda, Atatürk’ün görülmediği Türk parasının sahte olduğu nasıl anlaşılıyorsa İçinde Atatürk’ün, Cumhuriyet’in, yurttaşlığın olmadığı müfredat da Türkiye Cumhuriyeti’nin eğitim müfredatı olamaz, sahtedir! Bu dönemde de eğitimin niteliksiz hale gelmesinin başlıca nedeni eğitim emekçisinin daha da değersizleştirilmeye çalışılması olmuştur. Öğretmenin uzmanlığını hiçe sayan, eğitim emekçisinin işi kolay, koşulları da rahat gibi lanse eden, kendi yeterliliğine bakmadan öğretmenlerin alanında ne kadar uzman olduğunu tekrar tekrar ve subjektif yöntemlerle ölçmeye kalkan, öğretmeni geçinemeyeceği ücretlerle kötü koşullarda çalıştıran, ücretli ve sözleşmeli öğretmen ayıbını sürdüren, atadığı liyakatsiz yöneticiler eliyle eğitim emekçisine mobbing ve keyfi disiplin cezaları uygulayan zihniyet, toplumda eğitim emekçisine olan saygın bakışı erozyona uğratmıştır. Eğitim emekçisine şiddet olaylarında korkunç bir artış görülmüş, cinayetler yaşanmıştır. Yaşananlar sendika olarak “Öğretmene Saygı” mitinglerimizin haklılığının acı bir ispatı olmuştur.
“BU KANUNU KABUL ETMİYORUZ”
Eğitimde bunca sorun varken, eğitim emekçileri yoksulluk sınırının altında yaşamaya çalışırken, okullar öğretmenler için güvenli bir yer olmaktan çıkmışken, okullara elini kolunu sallayarak girenler öğretmenlere saldırıda bulunurken; Milli Eğitim Bakanlığı Öğretmenlik Meslek Kanunu ile yine eğitim çalışanlarını tedirgin eden düzenlemeler getirme gayretindeler. Bu yüzden; Öğretmenliği diploması geçersiz tek meslek haline getirecek bu kanunu kabul etmiyoruz. Üniversite eğitimini ve akademiyi yok sayan bu kanunu kabul etmiyoruz. AKP iktidarının kendi memurunu yaratma hayali olan bu kanunu kabul etmiyoruz. Öğretmenleri ünvanlarla ayrıştırmaya, eğitim barışını bozmaya devam eden bu kanunu kabul etmiyoruz.
“BİRÇOK ÇOCUĞUMUZ EĞİTİM DIŞI KALMIŞTIR”
İdareye disiplin hükümleri üzerinden keyfi yetkiler verecek olan bu kanunu kabul etmiyoruz.
Eğitimcilere yönelik şiddete karşı caydırıcı önlemler içermeyen bu kanunu kabul etmiyoruz.
Başöğretmen ünvanının tarihi ve manevi değerini yok sayan bu kanunu kabul etmiyoruz.
Öğretmenin adı olan, fikri yok sayılan bu kanunu kabul etmiyoruz. Devlet okulunda çocuk okutmanın bile büyük bir masraf haline gelmesi nedeniyle, kağıt üzerinde “zorunlu eğitim”in olduğu ülkemizde birçok çocuğumuz eğitim dışı kalmış, çocuk işçiliği artmıştır. Bu eğitim döneminin sadece ilk 4 ayında 689 çocuk, iş cinayetlerine kurban gitmiştir. Tepe taklak giden ekonomi nedeniyle eğitimde rastlanan acı tablo, MEB tarafından yok sayılmıştır. “Türkiye Yüzyılı”nda çocukların önüne bir tabak yemek koyulamamıştır. Çocuklar derse aç girer, musluktan su içer hale gelmiştir. Okul kantinlerinde içi neredeyse boş bir tostun, Meclis lokantasında vekillerin kebap yediği paralara satılması iktidarın da bakanlığın da umurunda olmamıştır.
“BU ALANDAKİ MÜCADELEYİ KARARLILIKLA SÜRDÜRECEĞİZ”
Çocuk işçilik, sendika olarak defalarca gündeme getirdiğimiz MESEM ve meslek okulları eliyle artırılmış, yaygınlaştırılmıştır. Zengini daha zengin yoksulu daha yoksul yapan bu ekonomik kriz ortamında, birçok yoksul aile “çocuğum bari meslek öğrensin, harçlık kazansın” diyerek evlatlarını bu kurumlara yollamış ancak Bakanlık bu öğrencilerin emeklerini sermayeye yok pahasına peşkeş çekerken eğitim haklarını da görmezden gelmiştir. Sonuç olarak; 2023-2024 Eğitim-Öğretim Dönemi, eğitimin her anlamda geriletildiği, sosyal devletin elini eğitimden iyice çektiği, öğrencinin eğitim hakkının layıkıyla teslim edilmediği, eğitim emekçisinin koşullarının ve haklarının daha da kötüleştirildiği, tarikatların yüzünün daha da güldürüldüğü bir süreç olarak kayda geçmiştir.
Eğitim-İş olarak vurguluyoruz ki eğitimin geldiği bu hastalıklı halin tek reçetesi, Cumhuriyet’e yakışır şekilde laik, bilimsel, çağdaş, adil ve parasız eğitim sisteminin inşasıdır. Başöğretmenin eğitim neferleri, Eğitim-İş'li eğitim emekçileri olarak bu alandaki mücadeleyi kararlılıkla sürdüreceğimizi bir kez daha ilan ediyor, “Bu böyle gitmez” diyoruz.
Göreve geldiği günden beri liyakatsiz atama ve görevlendirmeleri, laik ve bilimsel eğitime aykırı uygulamaları, cemaat ve tarikatları eğitim sistemine dahil etmesi, eğitimde yarattığı eşitsizlik ortamı, içerisinde Cumhuriyet’in, Atatürk’ün olmadığı, bilimin yok sayıldığı çağ dışı müfredat dayatması ve mesleği itibarsızlaştıran Öğretmenlik Meslek Kanunu nedeniyle bakanlık görevini yapmak için yetersiz olduğundan Yusuf Tekin’e bu tasdiknameyi veriyoruz”