ADÜ Tıp Fakültesi Dahili Tıp Bilimleri Bölümü Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı Prof. Dr. Emel Ceylan ve Prof. Dr. Mehmet Polatlı, Aydın’da bir süredir JES’lerden yapılan salınım sonucunda oluşan hava kirliliğini insan sağlığı açısından bilimsel verilerle değerlendirdi. Efeler’in hava kalitesinde hidrojen sülfür yoğunluğunun Efeler Belediyesince yapılan periyodik ölçümlerde sınır değere göre katbekat fazla olduğu ortaya çıkarken, JES’lerin hava kirliliğini katbekat arttırdığı il merkezinde insan sağlığına yönelik bazı endişeler de beraberinde geldi. Efeler’in hava kalitesinde, son 10 gün ele alındığında hidrojen sülfür yoğunluğunun 9 kata kadar fazla olduğu dikkat çekti. Söz konusu durumla ilgili olarak Aydın Hedef Gazetesi’ne özel açıklamalarda bulunan ADÜ Tıp Fakültesi Dahili Tıp Bilimleri Bölümü Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı Prof. Dr. Emel Ceylan ve Prof. Dr. Mehmet Polatlı, Aydın’ın hava kirliliğinin insan sağlığı üzerindeki olumsuz etkilerini bilimsel açıdan değerlendirdi. Hava kirliliğinin insan sağlığı açısından yol açtığı hastalıkları dile getiren Prof. Dr. Emel Ceylan ve Prof. Dr. Mehmet Polatlı, çarpıcı konulara dikkati çekti.
HAVA KİRLİLİĞİ KÜRESEL ÖLÜM NEDENLERİ ARASINDA 4. SIRADA
Yapılan ölçümler, özellikle JES’lerin bulunduğu bölgelerde hava kirliliğinin belirgin şekilde arttığını ortaya koydu. Efeler’deki hidrojen sülfür yoğunluğunun sınır değerlerin çok üzerinde olduğu, 10 gün boyunca yapılan ölçümlerle net bir şekilde gözlemlendi. Prof. Dr. Polatlı, hava kirliliğinin toz, duman, gaz, sis, koku, duman veya buhar gibi kirleticilerle insan sağlığına zararlı olabileceğini vurgulayarak, partikül madde (PM), karbon monoksit (CO), ozon (O3), nitrojen dioksit (NO2) ve kükürt dioksit (SO2) gibi kirleticilerin sağlık üzerindeki etkilerini aktardı. Prof. Dr. Polatlı, hava kirliliğine maruz kalmanın vücutta iltihaplanma, oksidatif stres artışı, bağışıklık sistemi zayıflaması ve kansere yol açan hücresel değişikliklere neden olduğunu söyledi. Hava kirliliğiyle bağlantılı olarak, 2017’de dünya genelinde 8,5 milyon ölümün yaşandığını belirten Prof. Dr. Polatlı, hava kirliliğinin küresel ölüm nedenleri arasında dördüncü sırada yer aldığını ifade etti.
HAVA KİRLİLİĞİ BİRÇOK HASTALIĞA NEDEN OLUYOR
Hava kirliliğinin uzun vadede insan üzerindeki etkilerinden bahseden Prof. Dr. Polatlı, “Akciğer dokusunda hasar, kanser, erken ölüm ve astım, bronşit ve amfizem gibi solunum yolu hastalıklarının gelişmesi başta gelen önemli sağlık sorunlarıdır. Solunum dışında kalp damar ve beyin damar hastalıklarında doktora ve acil servise başvurular artmakta, hastaneye yatışlar ve ölümler gözlenmektedir. Tüm bunlara ek olarak hava kirliliği ile otizm, katarakt, şeker hastalığı, Alzheimer, kısırlık gibi birçok sistemik hastalık arasında ilişki olduğu gösterilmiştir. Hava kirliliğinin neden olduğu ciddi olumsuz sağlık etkilerine en yatkın gruplar arasında şunlar yer almaktadır: Koroner arter hastalığı (KAH) veya konjestif kalp yetmezliği gibi kalp hastalıkları, astım, amfizem veya kronik obstrüktif akciğer hastalığı (KOAH) gibi akciğer hastalıkları, yaşlı yetişkinler ve yaşlılar, 14 yaş altı çocuklar, Hamile kadınlar, açık hava çalışanları, açık havada yoğun bir şekilde egzersiz yapan sporcular” ifadelerini kullandı.
“HAMİLELERİN BEBEKLERİ DÜŞÜK AĞIRLIKTA DOĞUYOR”
Hava kirliliğine maruz kalan hamile anne adaylarının karnındaki bebekler daha doğmadan hava kirliliğinin olumsuz etkilerine maruz kaldığını belirten Prof. Dr. Polatlı, “Yapılan araştırmalarda kordon kanında 200’den fazla kimyasal ve çeşitli kirleticilerin varlığı, plasentanın bu maddelere karşı önleyici olmadığını düşündürmektedir. Bu bebekler doğumda düşük ağırlıklı doğmakta ve erişkin yaşa geldiklerinde hastalık riskleri yüksek olmaktadır” dedi.
“DÜNYA’DA 9 MİLYONDAN FAZLA ÖLÜME NEDEN OLUYOR”
2022 Lancet Komisyon raporunun ana mesajlarından bahseden Prof. Dr. Polatlı, “Son yirmi yılda, modern kirlilik biçimlerinin (örneğin, ortam havası kirliliği ve toksik kimyasal kirlilik) neden olduğu ölümler, sanayileşme, kontrolsüz kentleşme, nüfus artışı, fosil yakıt kullanımı ve yeterli ulusal veya uluslararası etkin önlemlerin alınamaması nedeniyle yüzde 66 oranında artmıştır. Ev içi hava ve su kirliliğinden kaynaklanan ölümlerde düşüşler yaşanmasına rağmen, kirlilik hala küresel olarak her yıl 9 milyondan fazla ölüme neden oluyor. Bu sayı 2015'ten beri değişmedi. Hava Kirliliğine bağlı ölümlerin yüzde 90'ından fazlası düşük ve orta gelirli ülkelerde meydana geliyor” şeklinde konuştu.
“HAVA KİRLİLİĞİNİ GÖRMEZDEN GELEMEYİZ”
Hava kirliliğinin görmezden gelinemez bir küresel sorun olduğunu vurgulayan Prof. Dr. Polatlı, “Odaklanılması gereken temel alanlar arasında hava kirliliği, kurşun zehirlenmesi ve kimyasal kirlilik yer almaktadır. Hava kirliliği her yıl küresel olarak 6,5 milyondan fazla ölüme neden olmaktadır ve bu sayı artmaktadır. Kurşun ve diğer kimyasallar her yıl küresel olarak 1,8 milyon ölümden sorumludur ve bu muhtemelen eksik sayılan bir rakamdır. Çoğu ülke bu muazzam halk sağlığı sorunuyla başa çıkmak için çok az şey yaptı. Yüksek gelirli ülkeler en kötü kirlilik biçimlerini kontrol altına almış ve kirlilik kontrolünü iklim değişikliğinin hafifletilmesiyle ilişkilendirmiş olsalar da, yalnızca birkaç düşük ve orta gelirli ülke kirliliği bir öncelik haline getirebilmiş, kirlilik kontrolüne kaynak ayırabilmiş veya ilerleme kaydedebilmiştir. Aynı şekilde, kirlilik kontrolü resmi kalkınma yardımında veya küresel hayırseverlikte çok az ilgi görmektedir. Kirlilik, iklim değişikliği ve biyolojik çeşitlilik kaybı üçlüsü, zamanımızın temel küresel çevre sorunlarıdır. Bu sorunlar karmaşık bir şekilde bağlantılıdır ve her birine yönelik çözümler diğerlerine fayda sağlayacaktır. Hava kirliliği görmezden gelmeye devam edemeyiz. Geriye gidiyoruz” diye konuştu.
JEOTERMAL ENERJİNİN ÇEVRESEL RİSKLERİNİ ELE ALDI
Prof. Dr. Ceylan ise jeotermal enerji santrallerinin elektrik üretiminde güvenli ve sürdürülebilir bir enerji kaynağı sunduğunu ancak bu santrallerin zararlı gazların salınımına yol açabileceğini vurguladı. Jeotermal santrallerin çevresel etkilerinin arasında habitat bozulması, su kütlelerinin termal kirlenmesi, toprak kirliliği, mikro depremler ve sismik aktivite yer aldığını belirtti.
BÖLGEDEKİ HAVA KİRLİLİĞİ YÜKSEK SEVİYELERDE
2019 yılında Aydın ve Manisa illerinde yapılan H2S ölçümleri, JES santrallerinin bulunduğu bölgelerde hava kirliliğinin yüksek seviyelere ulaştığını belirten Prof. Dr. Ceylan, H2S konsantrasyonlarının, arka plan alanındaki seviyelere kıyasla çok daha yüksek olduğu tespit edildiğini dile getirdi. Prof. Dr. Ceylan, jeotermal enerji santrallerinin çevresel etkilerini ve bu etkilerin sağlık üzerindeki potansiyel zararlarını açıkladı. Özellikle hidrojen sülfür gazının atmosfere salınarak kükürt dioksite dönüşmesi ve bunun kalp ile akciğer hastalıklarına yol açması riskinin fazla olduğunu vurguladı.
“KALP VE AKCİĞER HASTALIKLARINA YOL AÇAR”
Bölgede kurulan JES’lerin ekolojik ve sosyal etkilerine dair çalışmalarından bahseden Prof. Dr. Ceylan, “En yaygın emisyon, belirgin bir "çürük yumurta" kokusuna sahip olan hidrojen sülfürdür (Kagel 2007). Hidrojen sülfür atmosfere girdiğinde kükürt dioksite (SO2) dönüşür. Bu, kan dolaşımında küçük asidik parçacıkların oluşumuna katkıda bulunur ve bu da kalp ve akciğer hastalıklarına yol açabilir (NRC 2010). Kükürt dioksit ayrıca gölleri ve akarsuları asitleştirirken mahsullere, ormanlara ve toprağa zarar veren asit yağmuruna da katkıda bulunur. JES'lerden kaynaklanan SO2 emisyonları, ülkenin en büyük SO2 kaynağı olan kömür santrallerinden kaynaklanan emisyonlardan megavat-saat başına yaklaşık 30 kat daha düşüktür” dedi.
“JEOTERMAL SULARIN MUTLAKA GERİ VERİLMESİ GEREKMEKTEDİR”
Prof. Dr. Ceylan, jeotermal enerji santrallerinin çevresel sürdürülebilirliğini sağlamak için uygun yer seçimleri, düzenli izleme ve düzenlemeler yapılması gerektiğini belirtti. Ayrıca, JES’lerin ekolojik ve sosyal etkilerinin daha detaylı araştırılması gerektiğini de vurgulayan Prof. Dr. Ceylan, “Jeotermal suların yüksek sıcaklık ve çözücü yapısı nedeniyle içerdiği yüksek konsantrasyondaki bor elementinin, sulama ile toprakta yoğunlaşması sonucu bitkiler üzerinde toksik etki yaptığı belirlenmiştir. Yüksek bor konsantrasyonuna sahip sıcak jeotermal suların yeraltı veya yüzey sularına karışması tarım alanları için büyük tehlike oluşturmaktadır. Özellikle termal kaynakların etrafındaki tarım arazilerinde, bor konsantrasyonu toksisite sınırının çok üzerindedir. Bu amaçla, jeotermal kaynakların çevreye olan zararlı etkilerini en aza indirmek için, yeraltından çıkarılan jeotermal suların mutlaka geri verilmesi (reenjeksiyon) gerekmektedir. Jeotermal suyun yeraltına yeniden enjekte edilmesiyle bor, tuz ve ağır metallerin tarım topraklarına verdiği zararın önüne geçiliyor. Kirliliği önlemenin yanı sıra, yeraltı jeotermal rezervinin beslenmesine de uygun olacak” diye konuştu.
“İNSANLARIN YAŞAM ALANLARINDAN UZAKTA KURULMALIDIR”
Enerjiyle ilgili kalkınma ile çevre koruma arasında bir denge kurulması gerektiğini de belirten Prof. Dr. Ceylan, “Uzun vadeli kalkınma planlamasının bir parçası olarak çevresel etkilerini değerlendirmek için faaliyetlerin tutarlı bir şekilde izlenmesini gerektirir. GEP tesisleri ve diğer uygulamalar sismik aktivite üzerinde etkili olabilir. İklim değişikliğiyle mücadeleye önemli ölçüde katkıda bulunurken az karbon salan yenilenebilir enerji kaynakları teşvik edilmelidir. Kuyuların ve üretim tesislerinin tarımsal üretim alanlarından ve insanların yaşam alanlarından uzakta kurulması önerilir. Bilimsel kanıtlara göre, çevre dostu üretim mümkündür. Son olarak, enerjiyle ilgili kalkınma ile çevre koruma arasında bir denge kurulması gerekmektedir” ifadelerini kullandı.