Saygıdeğer HEDEF GAZETESİ okuyucuları; yazımın birinci bölümünde dünyanın en centilmen savaşı olan Çanakkale Savaşları hakkında bilgiler vererek, bu savaşın bizler için ne anlam ifade ettiğini açıklamaya çalıştım.
Bu yazımda ise bu savaşları taçlandıran İstiklal Marşımızın kabulünden yola çıkarak, tarihimizin bu iki önemli olayının, yaşamakta olduğumuz bu günlerde nasıl anlaşılması gerektiği üzerinde düşüncelerimi paylaşmaya çalışacağım.
23 Nisan 1920’de Türkiye Büyük Millet Meclisi açıldı. 1920 yılı içinde ülke topraklarının büyük bir bölümü işgal altındadır. İstanbul Hükümeti Mondros Ateşkes hükümleri gereğince orduyu terhis etmiştir. TBMM Hükumeti ise düzenli bir ordu kurma çalışmaları içindedir. Ancak yeni bir ordu kurma çalışmalarında sayısız güçlüklerle karşılaşılmaktadır. Meclis hükümeti yeni bir ordu kurarken bu orduyu ayakta tutacak, ona moral verecek güçleri de harekete geçirme çabasındadır. Yayınlanan gazeteler halkı işgal güçlerine karşı direnmeye, birlik olmaya, cesaret vermeye uğraşmaktadırlar. Bu gazete ve dergilerin önemli miktarları hükümet tarafından satın alınarak cephelere gönderilmekte, mitingler düzenlemekte ve camilerde vaazlar verilmektedir. İşte bu ortam içinde yazılacak bir İstiklal Marşının da halkın ve ordunun moral gücünü yükselteceği düşünülerek gündeme getirilmiştir.
Maarif Vekâleti, Kurtuluş Savaşı'nın başlarında, İstiklâl Harbi'nin millî bir ruh içerisinde kazanılması imkânını sağlamak amacıyla 1921'de bir güfte yarışması düzenlemiştir.
Yarışmaya toplam 724 şiir katılır. Eser gönderenler arasında Kazım Karabekir, Hüseyin Suat Yalçın, İsak Ferrara, Muhittin Baha Pars ve Kemalettin Kamu gibi tanınmış isimler de vardı.
Son şiir gönderme tarihi olan 23 Aralık 1920’ den sonra Maarif Vekâleti güfteleri incelemiş ancak içlerinde İstiklal Marşı olabilecek bir eser bulamamıştır. Maarif Vekili Hamdullah Suphi, "Çanakkale Şehitleri" ve "Cenk Şarkısı" gibi şiirlerin sahibi Mehmet Akif'in "Milletin başarılarının para ile övülemeyeceğini" düşündüğü için yarışmaya katılmadığını öğrenince şaire yazdığı mektupta ödül konusunun uygun bir şekilde çözümlenebileceğini belirterek yarışmaya katılmasını ister. Şiirlerinde, imparatorluğun kaybettiği topraklar için gözyaşı döken Akif, milleti birleşmeye, hayâsız saldırılara karşı koymaya çağırır. Aralık 1920 sonlarına doğru Ankara’ya gelen Akif, Maarif Vekili Hamdullah Suphi’nin 5 Şubat 1921 tarihli davet mektubundan sonra fikrini değiştirerek Ankara'daki Taceddin Dergâhındaki odasında, Türk Ordusuna hitap ettiği şiiri kaleme alır ve Vekâlete teslim eder.
Ön elemeyi geçen yedi şiir Mustafa Kemal'in başkanlığını yaptığı 12 Mart 1921 tarihli meclis oturumunda tartışmaya açılır. Mehmet Akif’in şiiri meclis kürsüsünde Hamdullah Suphi Bey tarafından okunur. Şiir okunduğunda milletvekilleri büyük bir heyecana kapılır ve diğer şiirlerin okunmasına gerek görülmez. Bazı mebusların itirazlarına rağmen Mehmet Akif'in şiiri coşkulu alkışlarla kabul edilir. Şair Mehmet Akif şiirde, Kurtuluş Savaşı'nın kazanılacağına olan inancını, Türk askerinin yürekliliğine ve özverisine güvenini, Türk ulusunun bağımsızlığa, Hakk'a, yurduna ve dinine bağlılığını dile getirmiştir.
İstiklal Marşımızın yazılış süreci ve Şair Mehmet Akif için yazılacak daha çok şey var, fakat yazımın asıl maksadını bir kere daha ötelememek için şu bilgilerle bahsi kapatayım. Mehmet Akif, kazandığı beş yüz liralık ödülü yoksul kadın ve çocuklarına iş öğreterek yoksulluklarına son vermek için kurulan Darülmesai'ye bağışladı. Şair ayrıca, İstiklâl Marşı'nın Türk Milleti'nin eseri olduğunu beyan etmiş ve İstiklâl Marşı'nın güftesini, şiirlerini topladığı Safahat'a dâhil etmemiştir.
Gelelim günümüze; hiç bir vatandaşımız yılın 365 günü gözlerini Çanakkale Şehitlerine dua ederek kapatıp, İstiklal Marşını okuyarak uyanmıyor. Böyle olmamakla birlikte yılda bir gün Şehitlerimiz için saygı duruşuna geçip, İstiklal Marşını söylüyor. Yeter mi? Acaba şehitlerimizin ruhu bu merasimler sonunda şad oluyor mu? Yoksa “ölen öldü, kalan sağlar bizimdir” anlayışımı geçerli? Ben öyle olduğu kanaatindeyim. Maalesef Çanakkale Şehitlerinin ve Mehmet Akif’in İstiklal Marşını yazarken taşıdığı duygular bu gün yeterince hissedilmiyor. Bu gün herkes sadece kendini düşünüyor. Tabii bu cümleyi yazarken bütün Türk Milletini itham etmiyorum. Bu gün bile Çanakkale Şehitleri gibi canlarını fedaya hazır yiğitler vardır, bunu 15 Temmuz’da gördük. Fakat öyle bir kesim var ki “vatan sevgisi” dilinden öteye geçmemektedir.
Kimdir bunlar? Kim olacak DOLAR sevdalıları. İthalat ya da ihracat yapan iş adamının, yurt dışında görevli olup maaşını dolar olarak alan öğretim üyesinin dolar ile hemhal olmasını anlarım. Ama Ahmet Amca’nın, Ayşe Teyzenin dolar ile ne alıp veremediği var? Yaşar Abi otomobilini neden dolar endeksli olarak satıyorsun? Neriman Teyze neden evini dolar karşılığı kiralıyorsun? Hasan Dayı alt tarafı emeklisin, niye üç kuruş maaşından artan paranı Türk Lirası olarak değil de, dolar olarak biriktiriyorsun?
İki hafta önce Nazilli’de “Kültür ve Sanat Etkinlikleri Haftası” vardı. Böyle etkinlikleri takip etmeyi seven biriyim. Her programı takip edemesem de dinleyiciler arasında yer alarak dinlediğim iki etkinliğin konusu ekonomi idi. Yazının konusunu teşkil eden DOLAR biriktirme konusunu onlara sordum. Verdikleri cevapta GÜVEN DUYGUSU vurgusu yaptılar. Şaşırdım kaldım, iş adamı Nuri Bey’i anlarım, iş çarkını döndürebilmek için Dolar’a ihtiyacı var, ama pişirecek yemeği için bir demet maydanoza ihtiyacı olan Hatice Hanım niye dolar, dolar diye ağlar?
Onlara şunu söylemek istiyorum. Mehmet Akif’in “Allah bu millete bir daha İstiklal Marşı yazdırmasın” dediğini unutmayın. Emine Abla, Rıza Dayı İstiklal Marşının tamamını bilir misiniz orası beni ilgilendirmez de, söylerken avazınız çıktığı kadar “KORKMA” diye bağırırsınız değil mi? Peki, siz neden ve kimden korkuyorsunuz da GÜVEN DUYGUSU sağlamak için kendinizi DOLAR ile korumaya çalışıyorsunuz? Erzurum ve Sivas Kongrelerinde sizin gibi düşünen bazı satılmış kafalılar, işgalci devletlerin mandası olmayı kabul edelim ve GÜVEN içinde yaşayalım demişlerdi de, Mustafa Kemal’den ağızlarının payını almışlardı. Şimdi size sorsam kesinlikle Atatürkçü’sünüz değil mi? Ben inanıyorum ki Atatürk kalksa gelse kimin cebinde dolar bulursa boğazına tıkar. Yoksa Atatürk’ün bir daha yüzlerine bile bakmadığı MANDA hayranlarının torunları mısınız?
Son sözüm şu olacak: Artık zamanımızda ülkeler silahla işgal edilmiyor. Savaşların şekilleri ve araçları değişti. En iyi sonuç veren savaş ekonomi savaşı. Milletimizi dün silahları ile diz çöktüremeyenler bu gün bunu ekonomik araçları kullanarak başarmak istiyorlar. Unutmayın aldığınız her DOLAR o işgalci ülkeye teslim ettiğiniz birkaç santimetrekare toprak parçasıdır. Nazilli’den arkadaşım eczacı Mehmet Gebenç’in bir sözü var: “BAYRAK GÖKLERDEKİ BAĞIMSIZLIK İŞARETİMİZ, TÜRK LİRASI CEBİMİZDEKİ BAĞIMSIZLIK İŞARETİMİZ.” Eee, artık aklınızı başınıza toplayıp, dolar almayarak düşmanın değirmenine su taşıyan VATAN HAİNİ olmaktan vaz geçersiniz değil mi?
Yazımda biraz sert ifadeler kullanmış olmakla birlikte, fikirlerime katılan ya da katılmayan bütün okuyuculara saygılar sunarak bitiriyorum.