Değerli HEDEF GAZETESİ okuyucuları! 31 Mart seçimleri yapılana kadar mümkün olduğunca siyasi / politik yazı yazmamaya gayret edeceğim. Kısmet olursa 31 Mart seçimlerinden sonraki ilk yazımda da siyaset ve politika arasındaki farkı anlatan bir yazı ile karşınıza çıkmaya çalışacağım. Bu sebeple bu günkü yazım ile bunun alt yapısını hazırlama amacındayım.
Sosyal Medya olarak nitelendirilen iletişim ortamlarından biri olan tweeter’i öyle sanıyorum ki pek çok okuyucumuz biliyor ve kullanıyor. İşte bu iletişim ortamında Yıldız Tilbe 29 Haziran 2013’te şöyle bir tweet atmış: “Ekmek, peynir, zeytin ayrılmaz dörtlü”
Bunu gören bir okuyucu altına şöyle bir yorum yapmış: Bu tweet’te nasıl bir yanlış görüyorsunuz? 3 tane şey sayıp ayrılmaz 4’lü demesi dedikten sonra şöyle devam etmiş: Bu tweetin bu kadar etkileşim alması. (6960 beğeni, 5143 paylaşım) Bir sorun göremiyorum. Ekmek, peynir, zeytin birleşiminin güzel olmaması.
Şimdi ben burada bir mola verecek, konuyu bir başka yönden analiz ettikten sonra tekrar döneceğim. Bu arada siz de isterseniz hem bu tweet’ti neden konu ettiğimi anlamaya çalışın, hem de dikkatiniz dağılmazsa eğer yazımı okumaya devam edin.
İnsan her şeyden önce düşünen bir varlık olarak nitelendirilir. Bu konuda pek çok bilim adamı, düşünür, filozof kayıtlara geçen çok anlamlı sözler söylemişlerdir. Bunlardan birisi hepimizin hafızasına kazınan Descartes’in “DÜŞÜNÜYORUM; ÖYLEYSE VARIM” sözüdür. Bu sözü yazımızın odak noktasına koyacak olursak, düşünmeden hareket etmememiz gerektiğine karar vermemiz gerekecektir. Ama güzel Türkçe’mizin de düşünme esaslı pek çok atasözü ve deyim bakımından zengin olduğunu unutmamak gerekir. Bunlardan birisi “Düşün, düşün, çoktur işin” deyimidir. (Burada bir kelimeyi nezaket sınırlarını korumak amacıyla değiştirdim.)
Acaba Türk Toplumu olarak gerçekten yeterince düşünüyor muyuz, yoksa işi bizim için düşündüklerini kabul ettiğimiz kişilere mi havale ediyoruz? Benim şahsi kanaatim şudur ki maalesef okey masasının dışında pek düşünmüyoruz. Başta da ifade ettim, siyasi / politik konuları ileri tarihe erteliyorum ama yazmadan geçemeyeceğim; evde pişireceğimiz aşa kadar, uykuya dalmadan önce üstümüze örteceğimiz yorgana kadar düşüncelerimizi siyasetçilere / politikacılara emanet etmiş durumdayız. Böylece “kafamız rahat” havasındayız, ama iş öyle değil. Bir sıkıntı ortaya çıktığında rahatsız olan biz oluyoruz ve hemen siyasetçilere / politikacılara saldırıyoruz. Neden kendi sorumluluğumuzu başkasına yüklüyoruz? Çünkü hem Allah’a “kul”, hem kula “kul” olmak kolayımıza geliyor, nasıl olsa bizim adımıza düşünecek bir makam var. Beynimizi ona emanet edersek biz rahat eder, o makamın sağladığı refah ile keyf içinde yaşar gideriz kolaycılığı öğretildiği için. Ama gerçek böyle midir ya? Tabii ki değil, Allah bize pek çok ayette “düşünmüyor musunuz, görmüyor musunuz, bakmıyor musunuz?” diye soruyor. Şimdi, yazacağım bu satırları okuyan pek çok kişi beni kurşuna dizecek ama bunu göze alıp doğruları söylemeye devam edeceğim. Maalesef bizler Müslümanlığı “Kur’an-ı Kerim’i okumadan duvara asmak” olarak anlayıp, içinde yazanlardan bihaber olarak yaşıyoruz. Bundan ötesini konunun uzmanlarına bırakarak haddimi aşmaktan imtina ederim. Gelelim dünya işlerine; bize “demokrasi” denilen bir sihirli değnek verildi. Bu değnek ile kendi kendimiz yöneteceğimiz konusunda inandırıldık. Ama gerçek öyle mi ya? Ayrıntılara 31 Mart seçimlerinden sonraki ilk yazımda girmek umuduyla şu kadarını ifade edeyim, seçtiklerimiz bizi yönetiyor. Okey masasında bir yandan taşları dizerken, diğer yandan …. başkan dedi ki, … söyledi, …. yapmış diyerek çene patlatıyoruz. Bu neyin işaretidir? Beynimiz bizim kafamızın içinde, ama yönetimi başkasının elinde. Hem de öylesine ki beynimizi teslim etmekle gurur duyuyoruz. Eğer evde düzenin kendi elimizde olmasını istiyorsak beynimizi geri almamız şarttır. Aslında bu yazımın maksadı bu olmayacaktı, ama ister istemez bu mecraya sürüklendim. Bu durumda bu yazının asıl amacını bundan sonraki yazıda ele almam gerekecek.
Gelelim Yıldız Tilbe’nin tweet’ine, yeterince düşünüp bir hata bulabildiniz mi? Ne demişti Yıldız Tilbe? “Ekmek, peynir, zeytin ayrılmaz dörtlü”. Ne demişti buna yorum yapan kişi? “Bir sorun göremiyorum. Ekmek, peynir, zeytin birleşiminin güzel olmaması”. Bu paragrafa gelene kadar ön planda tutarak vurgulamaya çalıştığım “düşünme” olgusu burada devreye giriyor. “Ekmek, peynir, zeytin ayrılmaz dörtlü”. Dördüncü ne ve nerede? Haydi, sizi daha fazla zorlamayayım; dördüncü Yıldız Tilbe’nin kendisi. Cümleyi yeni baştan yazacak olursak, şu ortaya çıkar: “Ekmek, peynir, zeytin ve Yıldız Tilbe, ayrılmaz dörtlü”. Peki, yorumcu, yorum yaparken doğru düşünmüş mü? Bana göre hayır. “Bir sorun göremiyorum. Ekmek, peynir, zeytin birleşiminin güzel olmaması” derken hem sorun görmediğini ifade etmiş, hem de sadece kendi damak zevkini ön plana çıkarmış, Yıldız Tilbe’nin tercihini dikkate almamış. Böylece bencil bir bakış sergilemiş.
Öyle sanıyorum ki bu yazıya burada son vermek gerekecek, ancak bunu spor müsabakalarının devre arası gibi kabul ederek, asıl söylemek istediklerimi gelecek yazıda ifade etmek üzere bütün okuyucuları saygı ile selamlıyorum.