Ülkemizde ve dünyada yaşanan birçok acı olayla karşı karşıya kalıyoruz. Kendimizi; çaresiz ve ekran başında tırnaklarımızı kemirir halde bulduğumuz olaylar, duygu dünyamızı altüst ediyor, sağlıklı düşünme kapasitemizi kaybettiğimiz zamanlar oluyor. Gözlerimiz ekrana kilitlenmişken içimizdeki boşluk büyüyor, vicdanımız bizi sorgulamaya zorluyor. Ama en nihayetinde yardıma koşuyor, bir işin ucundan tutuyor, yaşanan acılarla elimizden geldiğince temas kurarak duygularımızı, çaresizliğimizi sağaltmaya çalışıyoruz. Ancak bugün öyle bir konu var ki; ne kendinizi sağaltabileceğiniz bir kapınız var, ne acı çeken insanlara dokunabileceğiniz bir kanal, ne de seslerini duyurabileceğiniz bir merci. Hangi yöne dönseniz koca bir boşlukla karşılaşıyorsunuz, kime elinizi uzatsanız onu kendinizden daha çaresiz buluyorsunuz.

İnsan ruhu bireysel olduğu kadar kolektif bir varlıktır. Jung’un kolektif bilinç dışı kavramı bize bu bağlantıyı anlatır: Hepimiz, farkında olmadan, bir ağın parçalarıyız. Bu ağda, bir düğümün çekilmesi tüm ağın gerilmesine sebep olabilir. Dünyanın herhangi bir yerinde çekilen bir acıya duyarsız kalıyor olmamız, o acıların bizi etkilemediği, bize zarar vermediği anlamına gelmez. Bir yerde yaşanan zulüm, acı, savaşlar, katliamlar herkesi ortak bir yerden etkiler.

Gazze’ye düşen bir bomba, orada bulunan insanların hayatına son veriyor gibi görünebilir. Ancak gerçekte; sabah çocuğunu okula göndermek için hazırlayan bir annenin, işine gitmek için evinden çıkan bir genç adamın güven duygusunu, hayalleri olan genç bir kızın hayallerini, bir çocuğun umudunu da yok ediyor. Ekranlarda gördüğümüz görüntüler, çaresizliğimiz bizi her geçen gün daha gergin, daha güvensiz bir insan haline getiriyor. Ve en nihayetinde bu tablonun ortaya çıkardığı cümle şu oluyor: "Ben ne yapabilirim ki?"

Savaş insan için yıkıcı travmalar yaratan etkilere sahip. Bu olayları yaşayanlarla birlikte tanık olan dünya da aynı etkileri derinden hissediyor. Travma yalnızca olayın merkezinde olan insanları değil, olayları gözlemleyen, hatta kilometrelerce öteden şahit olanları da aynı derecede etkiliyor. Zihin, duyarlılık ve empati anlamında belli bir sınırın üzerine çıktığında insan bir şekilde kendini korumaya alıyor ve eşik aşıldıktan sonra duyarsızlık başlıyor. İnsan, çaresiz olduğunu düşündüğü bir konuya ne kadar süre duyarlı kalabilir?

Kaygı: Bir gün bunlar benim de başıma gelirse?
Suçluluk: Ben burada güvendeyim ama orada insanlar ölüyor.
Çaresizlik: Elimden hiçbir şey gelmiyor.
Duyarsızlaşma: Görüntülere artık dayanamıyorum, hissizleştim.

Bunların tamamı bir araya geldiğinde insanın iç dengeleri sarsılır, bu da demek oluyor ki; aslında Gazze’de patlayan bir bombanın etkisi dalga dalga tüm insanlığa yayılır. Bu kadar yükü kaldırabilecek güç her zaman bir şeyler yapmaktan geçiyor. Öncelikle bilmemiz gereken, zihnimizde kontrol edebileceğimiz ve kontrol edemeyeceğimiz alanları birbirinden ayırmaktır. Ben bir BM yetkilisi değilim, Uluslararası hukuk sisteminde çalışan bir hakim değilim; o zaman benim bu konuda alanım ne ve ben neler yapabilirim demek, ilk başta işlevselliği görmek açısından bize kolaylık sağlayacaktır. Ben bir İnsan Hakları gönüllüsü olabilir miyim? Buna cevabımız ‘Evet’ ise, o zaman yapabileceğimiz, kendi alanımızda hareket edebileceğimiz konulara odaklanmak, hem travmanın etkisini azaltmaya hem toplumsal bilincin hareket kabiliyetini kelebek etkisiyle dahi olsa uyandırmaya yardımcı olacaktır.

Bu alanda çalışan sivil toplum örgütleri neler yapıyor? Boykot gerçekten işe yarıyor mu ve boykotu uygulamak bana içsel bir huzur sağlıyor mu? Maddi olarak yardımda bulunabileceğim güvenilir kanallar var mı? Gibi sorulara cevap verirsek, kendi adımıza büyük adımlar atmış oluruz. Gelecekte bir yerde kendimizi utanç içinde bulmamak için olaylara dışarıdan bakmak ve ona göre bir yol haritası belirlemek, sadece bizlere değil, bizden sonra gelecek nesillere de örnek bir bilinç bırakmamıza aracılık edecektir. Gözyaşının coğrafyası yoktur bir çocuğun gözündeki acı tüm dünyayı sarsacak kadar güçlüdür.