Sosyal medya günümüzde yaygınlığıyla ciddi bir kitleye ulaşmış durumda. O kadar hayatımızın içinde ki artık yaptığımız herhangi bir aktiviteyi bu mecralarda paylaşmadan rahat edemiyoruz nerdeyse. Yenilen yemekten, gezilen yerlere, kutlamalara kadar her gün insanlarla bir şeyler paylaşılıyor. Tabi bu paylaşımların bir de yorum ve beğeni bölümleri var. Oralara ayrı bir parantez açmak gerekiyor.
Arkadaş ortamında, her hangi bir toplulukta hatta birebir sohbette karşımızdaki insanla iletişim kurarken çok dikkat etmeye çalışıyoruz. Çünkü o an oradayız ve hem sözlerimizden hem de davranışlarımızdan fazlasıyla sorumluyuz. Peki sosyal medyanın başına geçince bu sorumluluk nereye gidiyor? Neden sanki yokmuşuz yada o yorumları yapan biz değilmişiz hissine kapılı cesaret buluyoruz.
Ünlülerin sosyal medya hesaplarını takip edenlerin çirkin yorumlarını illaki görüyoruz. Hatta bir çoğu medyaya da yansıyor. Ciddi bir tepki oluşuyor. Toplumun kesimi bir anda destek mesajları atmaya başlıyor çünkü o popüler kişinin binlerce hayranı var. Peki sade vatandaşın paylaştığı bir görselde aldığı hakaret içerikli yorumlar, kadınlara yönelik atılan taciz mesajları ve daha fazlası ne olacak? Bu cesaret nereden geliyor?
‘Klavye delikanlısı’ tabiri de tam buna karşılık geliyor. Evet, toplum içinde insanlara karşı her hangi bir tavır koyamayan yada içinden geçirse de cesaret edemeyen kişilerin evinde, iş yerinde yada her hangi bir yerde telefonuyla yazdığı yorumlar bunun göstergesi. Benim de tavırlarını, davranışlarını, düşüncelerini sevmediğim birçok insan var. Bu kişileri takip etmediğim için ne paylaşımlarını görüyorum ne de yanlış olduğunu düşündüğüm düşüncelerine maruz kalıyorum. Kısacası dikkate almıyorum.
Şu da var. Çok sevdiğiniz ve takip ettiğiniz insanlarla da görüş ayrılığı yaşayabilirsiniz, sizi eleştirebilir yada aksi bir düşünce paylaşabilir. Bu durumlara da saygıyı kaybetmeden kendi fikrinizi belirtmeniz en doğal hakkınız. Ama ‘SAYGI’ kapsamını geçmeden.