Türkiye günden güne kurak ülkeler arasındaki yerini sağlamlaştırıyor. Kuraklık ülkemiz için ciddi bir problem olma yolunda hızla ilerleyip geleceğimizin, üretimimizin riske girmesine neden oluyor. Bunun temel nedeni iklim değişikliği. İklimler kaydı, hiç alışık olmadığımız şekilde yağışlar, hiç alışık olmadığımız sıcaklar yaşıyoruz. Bir süredir de çok yüksek sıcaklıklarla mücadele ediyorduk. Bu aşırı sıcaklar kuraklığı daha da arttırmışken gelen yağmur, bereket oldu, toprağı bir miktar rahatlattı. Ancak orantısız düşen yağmur incir gibi narin meyvelere zarar verdi. Bu tarımsal yönü. Bir de günlük hayatımıza etkisi var.
Evet yağmur berekettir ve bu sıcak günlerde yağması bir miktar rahatlattı. Ama aynı zamanda pek çok insanın evini, işyerini su bastı. Araçlar sular altında kaldı, duvarlar çöktü, yollar bozuldu. Oysa Nazilli’ye yağmur toplamda bir saat bile yağmadı. Bu süre zarfında düşen yağış miktarı yüksek olsa da afete dönüşecek boyutta olmaması gerekiyor. En azından her yağmurda bu kadar büyük afet yaşanmaması gerekiyor. Su basan ev ve işyerlerinin sayısı az olmadığı gibi her seferinde yağan her şiddetli yağmurda aynı yerler zarar görüyor.
Peki bu sorun karşısında yöneticilerimiz ne yapıyor? Tabi ki birbirini suçlayıp yara sarmakla övünüyor. Zarar oluştuktan sonra bu zararın giderilmesi çözüm değil. Bu sorunun tekrar etmemesi için çalışma yapılması çözüm.
Nazilli’nin alt yapısı şiddetli yağışı kaldırmıyor. Demek ki alt yapı çalışması yapılması gerekiyor. “Burası benim bölgem değil”, “Orayı öteki kurum yapmalı” deyip işin içinden sıyrılmak yerine ve oluşacak yeni mağduriyetleri önlemek için ortak adım atılsa herkes için uzun vadede daha karlı olur diye düşünüyorum. Ama siyasetçiler mağduriyetlerden beslenmeyi sever malum, yenileri oluşsun ki seçim öncesi daha çok malzeme çıksın öyle değil mi? Vatandaş çile çekmiş, zarar görmüş çok da önemli değil.