Mızmız kız önünde duran göle adapte olmuşken birden içini vesveseler kapladı. "Başkaları deniz görüyorken ben neden sadece bu göle bakıyorum?" diye zıplanıyordu.
Oysa Yüce Rabbim bu karşıda görünen dağın hemen ardında el değmemiş, keşfedilmemiş denizi onun için ayırmamış mıydı? O ise hayıflanmaktan kafasını uzaklara çeviremiyordu ki. Ah kız ah. Oysa baksan etrafına, neler göreceksin bir bilsen. Bizim kız yine mızmızlanarak kalkmıştı yerinden. Eve mi gidiyordu hani şu beğenme diye eve. İçeri girdiğinde hoş bir koku sarmıştı onu. Annesinin güzel yemekler yaptığı aşikardı. Mızmız kız tüm mızıklanmalarına rağmen bu kokuya kayıtsız kalamazdı. Oturdu masaya, şöyle bir baktı masanın iyi hazırlanmış olduğu belliydi. Bayağı çeşit vardı. Çorbadan bir kaşık aldı. Ee mızmızlık yapacak ya yüzünü buruşturdu hemen. Tuzu eksikti evet. Oysa o masanın üzerinde tuzluk da vardı. Hayatta her şeyin telafisi olduğu gibi bunun da telafisi mümkündü. Tuzu ekledi yemeğine ve yemeğin tadı normalleşti. Kendi kendine' Deniz yoksa ne olmuş, ne de olsa göl var' dedi. Barışmıştı elindekilerle. Göl ile arkadaş oldu bir süre sonra. Birlikte oyun oynadılar. Taşı gölün üzerine atıp taşı sektirme oyunu. Hayatımız da mızmızlanmaya değmeyecek kadar kısaydı. Bunu artık mızmız kız anlamıştı.