İnsanoğlu, kısıtlı yaşam yetenekleri ve doğası gereği sosyal bir varlık olmaya muhtaçtır. Bu muhtaçlık, bireyin en temel iç güdüsü olan hayatta kalma mücadelesinin de bir sonucu olarak toplumları ortaya çıkartmıştır. Böylece birey, toplumun diğer üyeleri ile bir dayanışma ortamı kurarak hayatta kalma şansını arttırmış, hatta bir konfor alanı yaratarak, bugün içinde yaşadığımız teknoloji ile donatılmış modern toplumsal yapıya kadar ulaşmıştır.
Bu dayanışmanın, diğer bir deyişle de sosyal yapının sürdürülebilmesinin temel anahtarını, bireyin doğumundan itibaren öğrendiği ve içselleştirdiği, yazılı olmayan kimi toplumsal sözleşmeler, normlar, değerler oluşturmaktadır. Ahlaki ve vicdani temellere dayanan bu normların yanı sıra yazılı, bireysel hak ve özgürlüklerin sınırlarını çizen, yaptırım gücü olan kanunlar da bir diğer kontrol mekanizmasını oluşturmaktadır. Böylece yazılı ve yazılı olmayan bu normlar, uyum içerisinde işleyerek toplumların sürdürülebilmesini sağlamaktadır.
Bu bilgilerden hareketle sosyal çürüme kavramı, en temel anlamıyla toplumun değerlerinin, normlarının ve kurumlarının çeşitli faktörlerin etkisiyle zarar görmesi, bozulması ve ileri noktada yok olması olarak tanımlanabilir. Bu tanımlama ve sosyal yapıdan yola çıkıldığında da sosyal çürüme; toplumun yapı taşını oluşturan bireyin, toplumla arasında bulunan bağların zayıflamasıyla başlayan sürecin, kar topu etkisi yaratarak, toplumun parçalanmasına kadar varabilen bir süreç olarak tanımlanabilir.
Bu anlamda bireyle başlayan sosyal çürüme, toplumda yer alan kontrol mekanizmaları açısından değerler bütününün çürümesi ve üniter yapının çürümesi olarak ikiye ayrılabilir. Sosyal çürümenin bireysel anlamda başlangıcını ifade eden belirtiler bakımından, bugün ki Türk toplumu incelendiğinde ilk olarak karşımıza, bireyin yalnızlaşması ve toplumdan izole olması çıkmaktadır. Bunun en önemli göstergesi ise ülkemizde son yıllarda hızla artış gösteren anti depresan kullanımıdır. Bir diğer önemli gösterge olarak ise saygıda azalma, empati yoksunluğu ve artan agresiflik gösterilebilir. Buna kanıt olarak, artık her gün haberlerde görmeye alışık hale geldiğimiz, trafik kazası, cinayet, taciz, tecavüz haberleri gösterilebilir. Bunlara ek olarak, son yıllarda ortaya çıkan mülteci sorunuyla birlikte daha da hız kazanan, yabancı kültürlerin etkisiyle kültürel mirasımızın yozlaşması, hatta yok olmaya başlaması çürümenin en önemli belirtilerinden biridir.
Üniter yapı noktasında gerçekleşen çürüme incelendiğinde, ülkemizde artık alenen görülebilen belirtiler olarak; ekonomik eşitsizlik, eğitim verimliliğinin düşmesi ve adalet sisteminin zayıflaması maddeleri sıralanabilir. Bugün Türk toplumunda, vahametini en çok hissettiğimiz madde ise adalet sisteminin zayıflamasıdır. Buna örnek olarak yüzlerce suç kaydı bulunan bireylerin, ellerini kollarını sallayarak sokaklarda dolaşabilmesi, hatta gerçekleştirdikleri yeni suç eylemleri nedeniyle herhangi bir yaptırıma uğramamaları, toplum genelinde bir cezasızlık algısı yaratarak bireylerin suça meyletmesine sebep olmaktadır. Bu da yaşama güvenliğini tehdit ederek, toplumun temel taşına dinamit konulması anlamına gelmektedir. Bunun sonucunda da eğitimli, toplumumuzu parlak yarınlara taşıyacak genç beyinlerimiz birer birer ülkeyi terk etmekte ve her geçen gün çürüme dahada vahim bir hale gelmektedir.
Şu ya da bu şekilde anlaşıldığı üzere, toplumun dirlik ve düzen içerisinde sürdürülebilmesi, bireyin sosyal yapıyla bağı ve bu bağı sürdürme inancına dayanmaktadır. Bu anlamda her geçen gün çürümeyi daha derinden hissettiğimiz toplumumuzda, çuvaldızı kendimize batırmadığımız sürece ve bana dokunmayan yılan bin yaşasın düsturuyla hareket ettiğimiz sürece, toplumumuzu daha karanlık günler beklemektedir.