Bir yerde okumuştum. "Davranışa dönüşen düşünceler daima geçmişe aittir" diye. Kitapta şöyle diyordu:
"Işık hızının da bir sınırı olduğunu öğrendiğin gün gökyüzüne baktın. Güneşi gördün. Ancak gördüğünün, güneşin geçmişi olduğunu anladın. Haklıydın. Güneşin dünyaya uzaklığı yüz kırk dört milyon kilometre ve ışığın gezegene ulaşması 8 dakika sürüyor. Dolayısıyla bir gün güneş sönerse, bunu ancak 8 dakika sonra anlayabilirsin."
8 dakika boyunca güneş sönmemiş gibi yaşayacağız biz insanlar. Hiç ölmeyecekmiş gibi yaşıyoruz ya. Aynı şey işte.
Yani düşüncenin davranışa dönüşme süresi de en az 8 dakika. Birinden vazgeçme anımız, vazgeçilme halimiz, kendimizden vazgeçme kararımız, birinin öldüğü an, hissettiğimiz, anlamaya çalıştığımız, anlamak ile anlamlandırmanın eşiğinde duyduğumuz anlamsız duygular... Sadece 8 dakika.
Aslında gözlemleyebildiğimiz her davranış geçmişe dayanıyor. Yani insanlar tarafından temeli atılmış dünya her şeyiyle geçmişe ait. Var oluşun, yok oluşun geçmişi.
Alzheimer hastası bir komşumuz vardı. Bu teşhis konulmadan önce "Bir gün her şey yok olup gidecek, herkes unutacak" derdi. Ona sorardım hep. "Neyi en çok unutmak istersin?" diye. "Her şeyi" derdi. Her şeyden bahsettiği düşünmekti de. Bu onun düşününcesiydi. Unutmak istiyordu hayatını. Dediği gibi de oldu. Unuttu. Merak ettiğim tek bir şey vardı. O sekiz dakikada neler hissetmişti acaba? Neyi, kimi unutmuştu en son? Ya da neyi, kimi hatırlamıştı? Kim bilir?