İlk maskeyi dünyaya gelir gelmez takıyorlar aslında yüzümüze. Doğduğumuz anda bir anne ve bir babanın evladı oluyoruz. Evlat olmak, bir ailenin parçası olmak, geçmişten gelen yükleri de omuzlarımıza bırakıyor.  Hele bir de kız evlat olarak dünyaya gelmişsek bu yük biraz daha ağırlaşıyor. Başkalarının bizden beklentileriyle şekillenen bir hayatın içinde, çoğu zaman kendi hayatımızın figüranı oluyoruz. Öğrendiğimiz, benimsediğimiz pek çok şeyi “zaten olması gereken” sanıyoruz. Belki de hiç öyle değilken… Çatlak sesler çıkmıyor dudaklarımızdan. Çıksa! Ah bir çıksa! Dakikasında susturuverirler… Belki de bildiğimizden… Kabul edilmiş bir çaresizlikle, “böyle gelmiş böyle gider” diyerek yaşıyoruz.
İyi bir evlat, iyi bir eş, iyi bir anne olmakla ilgili elimize tutuşturulan kalıplar, kuşaktan kuşağa devrediliyor…  Ama neden iyi bir insan olmak yetmiyor? Bir kadın daima fedâkar bir anne ve eş olmak zorunda. Kendini düşünmeden yaşarsa alkışlanıyor ama bireyselliğini kaybetmeden var olursa yadırganıyor. Pekiyi, kendinden vazgeçmeyen bir kadın hiç “iyi” olarak anıldı mı? Şahit oldunuz mu? 
Kadının güçlü olması bekleniyor. Akıllı, becerikli hem evini hem çocuklarını çekip çeviren biri olmalı. Ama gücünü de dikkatli kullanmalı, çok görünür olmamalı.  Gerektiğinde geri adım atmalı fazla öne çıkmamalı. 

ERKEĞİN KÜLTÜREL BAGAJI

Bir araştırmada Türkiye’de boşanmaların en yaygın beş nedeninden biri; “Erkeklerin kültürel bagajlarından kurtulamaması.” Bu ifade epey iddialı görünüyor olabilir ama dönüp baktığımızda kadınlar da aynı kültürel kodlarla yetişiyor. 
Ancak Kadınlar bu kodları değiştirmeye sorgulamaya daha açık, bu yüzden toplumun eril yüzüyle karşı karşıya kalıyorlar –ve bazen kendi içlerindeki eril yüzle de mücadele etmek zorunda kalıyorlar.
Aynı evde, aynı kurallarla büyüyen bir kız çocuğu, kardeşi gibi yaşamak istemiyor. O, başını uzatıp duvarın arkasını merak ediyor. Gerçekten çıkmak istiyor bu girdaptan. Bu durum adeta nehirde akıntının tersine yüzmek gibi zorluyor zihinlerini. Zihinleri, bedenleri tüm benlikleri direnç gösteriyor ve her bir direnç kırıldığında kadın hayatını başka bir açıdan görmeye başlıyor.

YALNIZ KADININ ZOR SEÇİMİ
 
Eksiklik ve yetersizlik duyguları ile büyütülen kadın, kendini geliştirmek ve eksiklik olarak gördüğü birçok şeyi telafi etmeye çalışıyor. Ama bu çaba onu düşündüğünden farklı bir noktaya taşıyor; Kendini seviyor, çocuklarını, doğayı hayatı seviyor. “İyi bir anne, iyi bir eş, iyi bir evlat” olmak için her gün farklı farklı maskeler takmak yerine iyi bir insan olmaya çalışıyor. 
İşte en zorlu sınav burada başlıyor. Çünkü bu yolculukta kadına eşlik eden erkeklerin sayısı sanıldığından çok daha az. Birlikte yola çıktığı eşinin desteğini bulamayan kadın, her geçen gün biraz daha yalnızlaşıyor. 
Yani demem o ki; günümüzde kadın, ya toplumun kendisini yutmasına izin vermek, kendi bireyselliğini ve özgürlüğünü kaybetmek ya da uyumsuz olarak görülmek, yargılanmak ve yalnızlaşmak arasında bir seçim yapmak zorunda bırakılıyor. 
Pekiyi doğrusu var mı? 
Bir sonraki yazıda bu soruyu birlikte irdeleyelim…