Baştan söylüyorum. Hayatın amacını sorgulamak değil niyetim. Bin yıllardır hayatın anlam ve amacı sorgulanıyor. Her düşünürün çıkardığı sonuç doğrudur. 

İki yılı aşkın süredir pankreas kanseriyle mücadele eden ünlü dansöz Tanyeli’nin önceki akşam durumu ağırlaştığı için entübe edildiği haberini okuyunca aklıma geldi. 
Bir zamanlar sahneye çıktığında başka bir gezegenden gelmiş havasıyla raksediyor, bütün dünya onu izliyor duygusuyla kendini kaptırıyordu Tanyeli…

Dikkat etmişseniz hastane yatağında çaresiz etrafını süzen bütün ünlülerde aynı bakış var. Boş, çaresiz, uzaklara bakıyorlar. Hayatın boşluğuna…
Şöhretin bittiğine belki de sadece orada inanıyorlar. 

Bruce Willis’in haberlerini izlerken de benzer bir duyguyu hissettim. Afazi ve demansla mücadele eden dünyaca ünlü oyuncu, konuşamıyor, okuyamıyor. Kısacası bitkisel hayatın eşiğinde… 

Türk izleyicilerin 80’lerde televizyonda “Mavi ay” dizisiyle daha sonra beyaz perdede “Zor ölüm” filmiyle tanıdığı yıldız oyuncu bu dünyadan şöhretini de alıp gitmeye hazırlanıyor.  

Bu duygu ve düşünce içindeyken bir başka yıldızın dramıyla karşılaştım. 
Dawn Sherrese Robinson’a geçmeden önce…

Garip bir müzik zevkim vardır. Mesela caz müzik dinlerken blues müziği özlerim. Bir anda Türk Sanat Musıkisi eserini kötü söyleyen birine kızabilirim. Müzikten etkilenirim yani. Çağdaş batı müziği, opera, klasikler önceliğimdir.

Dawn Robinson mu?

Albümleri tüm zamanların en çok satan kız gruplarından biri R&B /  pop grubu En Vogue’un kurucu üyesi Amerikalı şarkıcı ve aktrist…
Kadın şu an 58 yaşında ve evsiz. Yani sokakta bir arabada yaşamak zorunda…

Şöhretin en derin hüzünlü hali…

Nedeni önemli değil. Çünkü onlar da bizim gibi insan ve hep parıltılı hayatın içinde sonsuz mutlu yaşayan insanlar değil.

Parıltılı şöhretler bir gün bittiğinde, yıldız hala parlıyorsa; o kişi şöhretin değil hayat gerçeğinin farkında demektir.

KİMSE BU DÜNYAYA GÜVENMESİN
 
 Binlerce yıl önce filozoflar hayatın derinliğini çözmek ve anlamlandırmak için çeşitli düşünce / teoriler ortaya atmış.

Platon’un “bilgiye ulaşmak” görüşü yanında Aristo, “iyi olmak” hedefi koymuş. Hedonizm akımı “en yüksek zevk almak ve hemen şimdi almak” görüşünü benimsemiş.

Daha yüzlerce filozof, düşünür, bugünün bilim insanı hayatın anlam ve yararını sorgulamış… Ancak günlük hayatın içinde makam mevkii sahiplerinin böyle derinlikli kaygıları hiç ama hiç olmamış.

Dikkat ederseniz, özellikle siyasetin kazandırdığı şöhret sahiplerinde bunun sonsuz olduğu inancı çok yaygın, belirgin, görüntüsü çok net! 

Siyasetin bireysel ve toplumsal kazanımlarıyla hedonik bir atmosfere girip, önceki hayatın hakikatlerinden kopanlar ne yazık ki hüsranı daha derinden yaşayabiliyor.

Hatta ölümden beter… Zira sosyal soyutlanmışlık, şöhret hastalığının ardından gelen kanser gibidir. Siyasetin kazandırdığı makamla birlikte gördüğü sevgi ve ilgiyi kaybedenlerde bu kaçınılmaz sondur.

Sanki sonsuza dek bakanlık, başkanlık ve inandığı siyasi fikrin kalıcı olduğu yanılgısı onların tek kusuru değil.

Hayatın hakikatini kavrama yoksunluğu. En acı ders de buradan geliyor.
Bu dersin tekrarı yok. Dersi derste öğrenmek gerek; yani yaşarken, ertelemeden.

“Sonunda ölüm yok ya!” demeden. Çünkü sonunda ölüm var. Hem de herkes için…

Unutmayalım; her şöhretin sonunda hüsran kaçınılmazdır.