Bu hafta film analiz grubunda ele aldığımız film yönetmenliğini Michael Cacoyannis’in üstlendiği 1964 yapımı Zorba filmiydi. Film İngiliz kökenli bir yazarın babasından kalan madeni işletmek üzere Yunanistan’a gitmesi ve orada Alexis Zorba ile tanışmasıyla başlıyor.
Filmde; içine kapanık; yazan, düşünen ve hayatı zihin aracılığıyla deneyimleyen Basil, Zorba’nın anı yaşayan, hayat dolu, özgür ruhu karşısında önce fazlasıyla şaşırır ancak zamanla ona olan hayranlığı ve bağlılığıyla bu ilişki güzel bir dostluğa dönüşür.
Zorba’nın hayata bakış açısı sezgilerinin gücü ve özgürlüğü bizleri de bir yönüyle hayran bırakıyor. Çünkü hayatın içinde özgürlüğü ve umursamazlığı deneyimlediğimiz alan çok kısıtlı; kurallara, kim ne diyeceklere, olması gerekenlere açtığımız alanın yanında o özgürlüğü hissedemiyor, hissedemedikçe kaygılanıyor, kaygılandıkça var olamamanın yükü altında eziliyoruz.
ANLIK MUTLULUKTAN SUÇLULUĞA
İnsanın en temel arzusu; dünya üzerinde güvende olmak ve iyi bir yerde olduğunu hissetmektir. Mutluluk ancak güven üzerine inşa edildiğinde insanı gerçekten sarabilir. Güven duygusuyla desteklenmeyen mutluluk taşıma su ile değirmen döndürmeye benzer. Mutlu olmayı, iyi hissetmeyi arzu ederek içerisinde bulunduğumuz her eylem güvensizliğin ve kaygının erozyonuna uğrar adeta. Biz anlık mutlulukların dozunu arttırdıkça beklenmedik bir yerde çıkıp gelen suçlulukla da mücadele etmek zorunda kalırız.
Zorba bu anlamda anı yaşayabilmenin gücünü, zorluklar karşısında takındığı tavrıyla bize öylesine büyük bir ayna tutuyor ki, aslında neyi yapamadığımızı, dolanıp kaldığımız bu kısır döngüyü nasıl kendi ellerimizle inşa ettiğimizi de bize gösteriyor.
HAYALLERDEN ÇIKAN UMUT
İnsanın hayattaki en büyük belirsizliği bir son olduğunu biliyor olmasıdır. Son varsa gerçekten yaşamaya değer mi? Ve tabii en büyük arzusu; özgür olmak, özgürlüğün önündeki engellere baktığımızda bunların çoğunun kendi güvenlik ihtiyacımızdan kaynaklı duvarlar olduğunu görürüz. Aslında bir şeyler yapmak için derin bir arzu duyarız ancak bu ihtimalin bizi dönüştürme gücü vardır. Bu dönüşümü kaldıramayacağımızı düşünür konfor alanımızda kalmaya devam ederiz.
Özgürlük ve tutsaklık arasındaki bu çizgi zihnimizi geçmişten geleceğe savurur. Bu döngü aslında anın keyfine varmamızı da engeller. Bulunduğumuz yerden hayallerimiz ulaşılmaz görünür. Oysa ‘Bir şeyi hayal edebiliyor olman onun gerçekleşme ihtimalinden kaynaklanır’ der sevgili Engin Geçtan, eğer gerçekleşmeyecek olsaydı zaten hayal dahi edemiyor olurduk.
Gelecek olan bir sonun varlığı ve özgürlük arzusu varoluşsal kaygılarımızdan ikisi bir diğeri ise yalnızlık korkusu. Yalnız kalmak istemediğimiz için daha fazla uyum sağlama davranışı gösteriyoruz. Yalnız kalmamak uğruna kendimizden tavizler veriyor sonra yine bunun faturasını biz ödüyoruz.
Hayatımızı bir anlam üzerine inşa etmediğimizde, bizi tutup kendine çeken bir yolda ilerlemedikçe anlamsızlığın dehlizlerinde iyi hissedecek küçük şeylerin peşine düşüyoruz. Modern dünyanın içinde, hayatımızın istemediğimiz bir yöne doğru akışını uzaktan izliyormuş gibi hissetmemize sebep olan birçok deneyim yaşıyoruz. Bedenlerimizden uzaklaşıyor zihin dünyamızda kayboluyoruz. Bu döngüyü bir nebze de olsun esnetmek için kendimize şu soruları sormaya ihtiyacımız var:
Ben ne istiyorum ve gerçekten neye ihtiyacım var?