Geçen Haftanın Devamı….

Giriş sahnelerini aktardığım filmin adı, Reis Bey. İzlemeyenlere, avukatlara, hakim ve savcılara, meraklılarına tavsiye ediyorum. İzleyenlere de tekrar tefekkürle izlemelerini öneriyorum. Katı kalpli, ömrü otel odalarında geçen, işi gücü adalet olan bir hakimin portresi.
Ve sonrası. Mesut Uçakan’ın yönettiği, merhum Üstad Necip Fazıl Kısakürek’in aynı isimli romanında uyarlanan Reis Bey filmini sadece sinema tarihimiz değil, hukuk tarihimiz açısından da beni dün ve bugün arasında uzun bir seyahate çıkarttı. Yüzlercesi, binlercesi ile karşılaşılan mahkeme salonlarındaki hayatların damıtılmış bir fotoğrafı çekiliyor her iki şaheserde de. İlki, roman olup şairlerin üstadının gözde eserlerinden biri, diğeri en önemli yönetmenlerimizden birinin politik-portre tadında eşsiz bir sinema eseri olmuş.
Hukuk tarihimizdeki yolculuğa gelince, o da gazetecilerin ve biz hukukçuların hatırlattıklarıyla alakalı. Sene sonu ve başında kamu kurumlarının istatistikleri yayınlanır. Bir gazetenin haberindeki bilgiler dikkatimi çekti. Oturup iç çektim uzunca bir süre. Cezaevlerinde tutuklu ve hükümlü sayısı 200 bini bulmuş. On yılda iki katını aşmış rakamlar. Bunların 8 bine yakını kadın, 2 bin 400’ü ise 18 yaş altı suç işlemiş çocuk. Yanlış okumadınız. Çocuk!
Yekün ve genel suçlarda hırsızlık başı çekiyor. Çocuk suçlarında da ilk sırada hırsızlık var. Yüzde 34. Sonra uyuşturucu, cinsel suçlar, yağma, gasp, adam öldürme... Her biri Reis Bey filminin sahnesi olacak yarım kalmış hayatlar. Ağlanacak ve dizlerimizi dövecek kadar ağır bir sosyolojik travmanın ardında kalan mirasının tortuları bunlar. Yaşanan tam bir toplumsal tufan. Gazetelerimizin üçüncü sayfa haberleri, bu sıraladığımız suçların hikayeleriyle doluyor hergün. Eksilen yok. Artış ürkütücü. İntiharlar, kadına yönelik şiddet, trafik kazaları, iş cinayetleri... Rakamlar canımızı yakıyor. Asıl canımızı yakan ise yitirdiklerimiz...
Bir yılbaşı gecesi, adı DAEŞ olan bir örgütün azılı katili, katliam yapıyor. Bir iki hafta önce başka bir terör örgütü olan PKK, servis arabalarındaki vatan evlatlarına kıyıyor. Bir başka köşede futbol maçı izleyenleri, onları koruyanları pusuya düşürüyor birileri... Yeter artık! Yetmedi mi ağladığımız.
Reis Bey’i yıllar sonra tekrar izleyince; bütün bu düşünceler, kaynar su dökülmüşcesine başımdan iniverdi. Biz toplum olarak ne zaman unuttuk merhameti? Ne zamandan beri, kan ve gözyaşıyla yaşıyoruz hatırlayanınız var mı? Acıları bitirmek, kardeşce yaşamak varken, kan seylabına dönmüş memleketimiz. Suriyemiz, Irakımız, Yemenimiz, dün Afganistan, Pakistan, Mısır, Libyamız farklı mı...? Kini, kanı, nefreti ortadan kaldırmak, bu kan davasını bitirmek, en çok da üstünde oturduğumuz bu coğrafyanın insanına; Hz İbrahim’in, Hz. Musa’nın, Hz. İsa’nın ve kainatın sevgilisi Hz. Muhammed’in ayak izlerinin tozuyla şereflenmiş diyarlardaki bizlere düşmüyor mu? Evet. Katiyyen bizim vazifemiz bu. İnancımız sulh diyor önce, teslim olmak, emanette emin olmak, özgürlük diyor. Kan, gözyaşı, baskı, kılıç çekmek, katliam yapmak, savaşmak demiyor asla. Hele bize; Anadolu’nun insanlarına, Müslümanlara, biz Türklere, Türkiyelilere, düşen vazife ne kadar ağır! Nereden başlamalıyız peki? Reis bey veriyor cevabını. 'Merhametten, affetmekten. Birbirimize ağlamaktan başlamalıyız.'
Reis Bey filminin diğer sahnelerinde pişmanlıktan önceki hakimin şu tezleri sıralanıyor:
-“Ceza felsefesinde bir görüş vardır, “Bir masuma kıymaktansa, bir cürümlüyü serbest bırakmak yeğdir. Ben de diyorum ki, cemiyette bir ferdi korumak için bin kişiye bu deli gömleğini giydirmekten kaçınmamalıdır. Merhametin öldürdüklerine merhamet etmek, cemiyete karşı merhametsizliktir.” Kendisine gelip oğlunun suçsuz olduğunu söyleyerek:
-‘merhamet et’ diyen bir anneye,
-“Ne kelimeler var öğretemiyoruz da size, merhamete gelince ağızlara iğrenç sakız...” cevabını veriyor Reis Bey.
Sonra kendisi merhametin esiri oluyor. Bütün bu tezlerinin yanlış olduğunu yaşayarak öğreniyor. Pişmanlık sonrası inşaa edilen sözler, hayat felsefesi, sosyolojik bir kaide; abide cümleler adeta. “...Üzerimde hakkı olmayan tek insan göremiyorum bu dünyada. Affı anlayınca, kendinizden başka her insanı mazur göreceksiniz. Herkesi bu hale birbiri getirdi. Herkes herkesi affetsin. Başka ne çaremiz olabilir ki. Acımak düşünmektir, acımak bulmaktır. Hohlaya hohlaya kötülükleri eritmektir marifet. Başaşağı bir cemiyeti baş yukarı götürecek bir çözüm varsa, merhamettir... Alem, merhametin üzerine kurulu değil mi?”

DİĞER YAZILARI