Bazen çok mu hayalperestim diye düşünüyorum. Böyle düşünmeme sebep olan da geçmiş sanırım. Çocukluğumuz, gençliğimiz, yaşadıklarımız ve şimdi.
Benim çocukluğum mahallede geçti, belki mahallede yaşama istemim, özlemim o günlere dayanıyor. Bitişik düzen halinde sıralanmış, ahşaptan cumbalı evler. İyi ya da kötü günde herkes bir arada. Biz çocuklar sokaklarda özgürce oynamakta. Büyükler imece usulü ile yaşamlarını sürdürmekteydi.
Ya şimdi? Sorgulamadan duramıyorum. Sözde aynı çatı altında yaşayan ama birbirini tanımayan, ortak alanlarda karşılaştıklarında birbirine selâm vermeyen bireyler olduk.
Ama ben ısrarcıyım. İnsan ilişkilerinde bir selâm vermenin önemini bilenlerdenim. Bir ‘günaydın’ ya da ‘merhaba’nın kırk kilitli kapıyı bir bir açacağını bilenlerdenim.
İzmir’e yeni gelmiş, yeni bir eve taşınma hazırlığı var ve yeni insanlar girecek hayatımıza. Kimisi balkondan bakıyor, kimisi “kolay gelsin” diyor. Ama biri de çıkıp “bir şeye ihtiyacınız var mı?” demiyor. Allah’tan alışkınım yeni şehirlere, yeni insanlara... Fazla umursamıyorum, işime bakıyorum. Nasılsa gün gelecek, birbirimizi geniş zamanlarda tanıyacağız diyorum.
Apartmana girip çıkarken inatla tanıyayım tanımayayım herkese selâm vermeye devam ediyorum. Zaman içinde birbirimizi tanıyoruz. İkili ilişkilerde hepsi ayrı bir değer. Ama bir araya gelemeyen bu iyi insanlar evlerinde, kendi içlerinde yaşamaya devam ediyorlar.
Ayfer Tunç’un “Bir Maniniz Yoksa Annemler Size Gelecek” kitabı geliyor aklıma. En yakın kat komşumdan başlıyorum kahve içmeye çağırmaya. Sonra teknolojiyi kullanıp bir grup kuruyorum. Birbirimizden haberdar olmak istiyorum. Bu komşularımın da hoşuna gidiyor.
Elbette çocukluğumuzdaki gibi komşuluk ilişkisi olmayacak.
Ama gerçek olan bir şey var “Jorge Amado, “İnsanın anayurdu çocukluğudur...”der. Ben çocukluğumun anayurdunda olmaya devam edeceğim. Bir gün hepimiz aynı çatı altında kocaman bir aile olduğumuzun ayırımına varacağız.
Hayat kısa... An kadar yaşama bir ömür güzellikler sığdırmak üzere dostlukla kalın...