80’li yıllarda çocuk olmak… Başlı başına eğlenceli ve unutulmayan yıllar... Şirinler ile mavili rüyalar, Tom ve Jerry ile kavgalarıyla güldüğümüz, pazar sabahları kahvaltı eşliğinde kovboy filmleri, akşam ezanında oynadığımız oyunlardan çamurlu ellerle eve dönüş saatleri, ilginç ama güzel yıllardı 80’ler.
Fotoğraf makinelerinden çekilen bir kaç anı, fotoğrafa bakarak kendimizle dalga geçsek de hepsini raflarda saklasak da ve kimse görmesin istesek de o yıllara duyulan özlem göz ardı edemediğimiz, hayatımızın en tatlı en kıymetli yıllarıydı aslında, en çok konuştuğumuz en çok özlediğimiz… Bunun nedenlerini uzun uzun anlatmaya da gerek yok aslında... O zamanın masumiyeti, doğallığı şimdiki zamanın ortaya çıkardığı teknoloji yapısıyla uyuşmuyor. İnternet yok, facebook yok, twitter yok, hatta instagram da yok, hatta ve hatta Google bile yok...
Öğretmenlerle dalga geçilemez, veli toplantıları aileye korkarak bildirilir, okul formaları eve gelinceye kadar çıkmaz, saçlar örülü… Disiplinsiz olmak da yürek isterdi.
Beslenme çantasında kimsenin alamayacağı yemekler olmazdı, arkadaşında yoksa paylaşılırdı. Yerli malı haftası sınıf pikniğine dönerdi.
Bazen dokuz kiremitte oynadığımız o zorlu koşuşturmadan önce yiyeceğimiz yarım salçalı ekmek bizi ayakta tutar ve hatta iki yarım salçalı ekmek yapıp diğer yarısını sevdiğimiz bir arkadaşımıza verirdik. O zaman paylaşmak diye bir kavram vardı.
Kış akşamlarında çıtır çıtır yanan soba başında ödevlerimizi yapardık. Kestaneler konulur, çaylar içilir kokması için portakal kabukları konulurdu. Ekmekler kızartılırdı, sabah kahvaltısı yapmadan evden çıkılmazdı. O zamanlarda anlamıştık emeğin ne olduğunu. Bunu yazarken bile o günlerin heyecanını yaşıyorum.
Aslında o yıllara olan özlemimizi çok da saklayamıyoruz. Bir yerlerde yüreğimizde kalan o özlem dinlediğimiz şarkılardan, yapılan sohbetlerde kendini ele veriyor sanki. Biz çok güzel çocuklardık. Çok zor olsa da o dönemde hayat, hayatın bir anlamı vardı. Biz bunu bilmesek de hissederdik. Arkadaştık, aileydik…