Hiçliğim, susuz kaldığım anlarda beni doyur . Bu şahlanan aşkımın kisvelerinde iltihap kapmış yaralarımı tükürük bezlerinle sar ve kondur ruhumu sonsuzluğunun en ücra köşelerine. Ben bilirim bilmediklerimle cenk ederkenki ahvalimi, bu furyalara koşuklarımı dökerken inleyen zaharımı.

Hiçliğim, düşmekte ruhumun hızı yinelenen titreyişlerimle benliğimi oturtmaya çalışırken halımı. Bu garabet ölüm tohumu içerisinde yeni yaşamlara yelken açıyorum. Kutsal kabuslarımla sabahlıyor, içerlediğim her an kendimi gecelerde hiçliğimle sevişiyor değişime matem oluyorum. Döngüler içerisine sıkışıp kalmış algı mekanizmalarının dışına girip içinden çıkarak aşkın olana erişmek arzusuyla ve frekans elçilerimden aldığım yardım vasıtasıyla göçtüğüm alemlerin zihnimde oluşturduğu yansımaları insanlığın uydurduğu şekilli harflere dökmek çabasıyla yazıyorum.

Saplanıp kalmış yalnızlığım kovuğuna ve köklerine doğru süzülmüş sürüngen tarafım fokurdayan düşüncelerim kaynarken buharını da içine damlatır hale gelmiş yoğunlaşmanın azabıyla. Duy ve sağırlaş ey alim, ruhuna işlemiş tortuların ahkamıyla. Doğrul ve sarsıl ey zalim umudunu şişlemiş uğultuların hakanıyla.

Sanrılarım belimden kavramış beni çekiyor kendisine doğru ve tutulmuş
gözlerim dolgunlaşırken coşuntum hidayetiyle. Silkelen ve hudutlarına doğru meylet puslaşan ilim. Üzerine binmişim gezinmekteyim senin en acıklı tiradın atıldığı desenleri barındıran kilim. Şimdi dediklerimizde Hiçliğin kilimleri üzerinde uzanmış sayıklıyor ruhum. Ölüm bulutları, o puslu cümleler dökülürken dilimden, üzerimdeki yüklüğü bir gözyaşı tufanı gibi nehrine katıp gidiyorlar değişimin peşinden.

Toprağımla buluşmak istiyorum. Örtün üzerimi. Kefen istemiyorum. Gelsinler hiçliğimin haşereleri ve ısırsınlar derimi. Ruhumla besleyeyim ben de Kerim-i.

Bizlerden alınan şeyler ile verilen şeyler arasındaki hesaplaşma sürekli olarak bir yalnızlığa mı gidecek?