Değerli Okuyucularım.

Bu yazacaklarımı, görevi, mükemmel dinimizle ilgili hakikatleri topluma aklın, doğru düşüncenin, düşünsel muhakemenin, ilim ve bilimin aydınlık ışığında anlatmak olan Müftü, imam vaiz gibi kimselerin anlatmasını ve yazmasını isterdim. Ama ne yazık ki, bu güne kadar bu hakikatleri yazan ve anlatan bir kimseye rastlamadım. Bu yüzden burada bu konuları yazma gereği duydum.

Adına ne derseniz deyin ister Gott, God, Rab, Çalap, Hüda, Tanrı, Allah. Ne derseniz deyin tümü aynı anlamı ifade eder, Yüce Yaratanı …

İslamiyet öncesi Araplar Kabe’ye 4 put koymuşlardı. Ama Allah’ı da biliyor ve kabul ediyorlardı. Allah’ı görünmez kabul ettikleri ve büyük saygı duydukları için, Allah’ın putunu koymamışlardı. Baş tanrı Hubel ve Allah’ın kızları olarak kabul ettikleri Lat, Menat ve Uzza’nın putlarını koymuşlardı.

Cahiliye Dönemi Araplar, Allah‘a o zaman da Allah diyorlardı. Elbette sadece Kur’anı değil, Türk Tarihini, Türk Mitolojisini, Ergenekon, Türeyiş, Manas, Alp Er Tunga, Ulan Batır gibi Türk Destanlarını da okuyanlar, İslamiyet’i kabul etmeden önceki biz Türklerin eski Yunan ve Romalılar ya da başka toplumlarda olduğu gibi çok tanrılı dinlere değil tek tanrılı KÖK TENGRİ dinine ve tek tanrıya inandığımızı ve tanrımıza OĞAN/OGAN/OĞUN dediğimizi bilirler.

Bir Müslüman Türk’ün Tanrı demesi neden günah olsun? Kur’an-ı Türkçe okuması neden günah olsun? İsteyen Allah desin, isteyen Tanrı desin. Türkçe okusa ve anlasa idi hakikatleri de anlar ve bilirdi. 6 yaşında bir çocukla nikah kıyılamayacağını da bilirdi. Peygamberimiz Hz. Muhammedin, Hz. Ebubekir’in kızı Hz. Ayşe ile 6 yaşında evlenmediğini ve Hz. Ayşe 16 yaşında iken evlendiğini, bu iddiada bulunmakla Peygamberimize iftira atıldığını da bilirdi.

Allah’ın, “Müslümanlık” adında tek bir din gönderdiğini, Müslümanlıkta tarikat ve cemaatlerin olmadığını, cemaat ve tarikatların dinimize Müslümanlığın birlik ve bütünlüğünü bozmak ve zarar vermek isteyen Siyonist ajanlar tarafından sokularak dinin vazgeçilmez bir değeri gibi gösterildiğini de bilirdi.

Arapların Müslüman olduktan sonra değil, Müslüman olmadan önce de aynı şekilde giyindiklerini de bilirdi. Arapların öyle giyinmesinin nedeni, coğrafi ve iklim şartlarından dolayı oluşan kum fırtınalarından korunmak ve güneşin kavurucu etkisini azaltmak amacına yöneliktir.

Peygamberimizin, uyulması ve uygulaması son derece kolay, her türlü ritüellerden (dinsel tören) ve ayinlerden uzak, sade bir din tebliğ ettiğini de bilirdi.

İslamiyet’te, Hristiyanlık ve Musevilikte olduğu gibi ruhbanlık sınıfının yani, din adamları arasında bir rütbe sıralamasının ve hatta “Din Adamı” sınıfının ve “İmamların” olmadığını da bilirdi. Müslüman olduğunu iddia eden herkes cemaate (Farz) namaz kıldırabilir.

Hristiyanlık ve Musevilikte olduğu gibi papazın önünde günah çıkarma ve tüm günahlarını papaz aracılığı ile Tanrıya affettirme uygulamasının Müslümanlıkta olmadığını; kendisine ve içinde yaşadığı topluma incir çekirdeği kadar yarar sağlayamayan asalak geçinen her insan gibi ölümlü şeyhlerin hiç surette hiçbir kimsenin günahlarını, Allah ile kulu arasına girerek affettirmeye; kimseyi cennete ya da cehenneme göndermeye yetkisinin ve gücünün olmadığını da bilirdi.

“Ben size, şah damarınızdan da yakınım!” Diyen Allah ile kulları arasına kimin girmeye hak, yetki ve gücü olabilir? Peygamberimizin bile, 63 yıllık hayatı boyunca asla ve asla hiç kimsenin günahını affettirmek ve sevdiklerini cennete göndermek gibi bir iddia ve teşebbüsü olmamıştır. Çok sevdiği kızı Hz. Fatma’ya bile: “Babam peygamber. Diye bana bile güvenip günah işleme!“ dediğini İslami kaynaklar nakleder.

İslamiyet öncesinde dahi öyle giyinen Araplar gibi giyinerek değil, düşünceleri, tertemiz yüreği, güzel ve iyi ahlakı, adaletli, hakkaniyetli örnek erdemli davranışları doğruluk ve dürüstlüğü ile Müslüman olunur.

Bizim eşsiz nitelik ve örf ve adetlerimizi ifade eden güzel adlarımız dururken sırf Kur’an’da yazdığı için çocuklarımıza Arapça adlar vererek de onların iyi insan, iyi Müslüman olmalarını sağlayamayız.

Kur’an’da şeytan, iblis, cehennem adları da geçiyor. Peygamberimizin Muhammed adını almakla, kendisine güvenilir ve emin olunur bir insan olunamıyor, Adı Fatma olmakla, Fatma gibi olunamıyor.

Adı Hamza olmakla Hamza gibi olunamıyor. O halde, ad ile değil, ahlaklı, erdemli, dürüst, adil olmakla Müslüman olunuyor.

Her zaman ve her yerde, Allah’ın kainatı, Peygamberimizin yüzü suyu hürmetine yarattığını, tüm ruhlardan önce peygamberimizin ruhunu yarattığını, peygamberimizi özel olarak seçtiğini ve onun peygamber olmasını sağladığını iddia ederler. Bu iddia çok yanlıştır. Çünkü, eğer Allah peygamberimizi özel olarak seçti ve onu peygamber yaptı ise, Allah’ın özel olarak seçmediği, güzel ve iyi ahlaklı olarak yaratmadığı, günah işleyen insanların ne suçu ve günahı olabilir? Allah, seçerek yaratmadığı insanlardan nasıl hesap soracaktı?

Peygamberimiz için “Peygamber Efendimiz“ tabiri kullanılmaktadır. Bence bu tabirin kullanılması da yanlıştır. Çünkü, Efendi–Kul ilişkisi Allah ile Allah’ın yarattığı kulları arasındaki bir ilişkidir. Peygamber ile İnsanlar arasında Efendi-Kul ilişkisi olamaz.

Başka bir yanlış söyleme de dikkat çekmek istiyorum. Peygamberimiz için, “Kainatın Efendisi“ tabiri kullanılmaktadır. Kainatı yaratan Allah’tır, peygamber değildir. Kainatı, peygamber değil, Allah yaratmıştır, kainatın efendisi de Allah’tır.

Büyük hesap gününde, Peygamberimizin Müslümanlara şefaat edeceğini iddia ederek işe başladılar ve giderek şeyhlerin, müridlerin velilerin de Müslümanlara şefaat edeceğini iddia etmeye başladılar, ki böylelikle tarikat ve cemaat şeylerini Peygamberimiz Hz. Muhammet mertebesine çıkarmaya ve hatta ondan da üstün bir konumda gösterme çabasının olduğunu görüyoruz.

Geçtiğimiz yıllarda, “Aydın Okuyor“ Kampanyası düzenlenmişti. Stantları gezerken gözüme, Peygamberimizin şefaat edeceğini iddia eden bir kitap ilişti. Aman Allah’ım, ne kadar da akıl dışı ve hurafe iddialarla dolu bir kitap bu böyle? Mahşer günü, peygamberimizin dilediği insana şefaat edeceği, peygamberimizden başka, peygamberimizi görenlerin, onunla konuşma şerefine erenlerin, peygamberimizin içtiği kapta artan suyu içenlerin dahi şefaat edeceği ve cennete gitmesine yardımcı olacağı iddia ediliyor.

Kitabın bir yerinde de Allah’ın, cehennemin kapısında, cehenneme atılmak üzere bekleyen bir insanı görerek: “Ben, bu kulumu iyi tanıyorum, çok iyi bir kulumdur. Bu kulumun cehenneme atılmasına gönlüm razı değil, bu kuluma şefaat edecek bir kulum yok mu? “Diyecekmiş. Ne kadar saçma sapan, akıl dışı ve Allaha ortaklık koşan bir iddia. Her varlığı yaratan Allah, kendi iradesi ile karar veremeyecek ve sevdiği bir kulunun cehenneme atılmaması için yarattığı başka bir kulunun, bu insan için aracı olmasını isteyecek?

Şimdilerde daha da ileri giderek, cehenneme gitmesi olası müridlere, tarikat ve cemaat şeyhlerinin de şefaat ederek müridlerini cehennemden kurtaracağını ve cennete gitmesine vesile olacağını dahi iddia eder hale geldiler. Ne yazık ki, bu akıl, bilgi ve bilim çağında, akıl ve vicdan dışı sapkın şeytani iddia ve söylemlere inanarak şeyhlerinin idrarını içen ve dışkısını yiyenlerin dahi olduğunu medyadan duyuyoruz.

Ne yazık ki, kendisini peygamberlerden de üstün gören ve gösteren bu zavallılar, Televizyon kanalarına çıkarak konuşabilmekte ve çok büyük saygın kişiler olarak gösterilmektedirler. Ama, bu zavallılar, kendilerine gösterildiği kadar saygın kişiler değillerdir ve olamazlar. Çünkü, bu kişilerin kurup yönettiği cemaat, tarikat ve mensupları, 6 yaşındaki çocuklara dahi nikah kıyarak evlendirebilmektedirler. Eğer bunların arasında aklı başında, vicdan ve merhamet sahibi kimseler olsa idi, o kişiler çıkar ve yapılan işin çok yanlış ve çirkin olduğunu, Müslümanlık inancı ile asla bağdaşamayacağını haykırırlardı.

Büyük Atatürk’ün de belirttiği gibi insanlığın yolunu aydınlatan en hakiki mürşit olan ilim bilim bir kenara atılarak hurafeye, din, akil ve vicdan dışı sapkın hurafi inançlara itibar edilir ve bunlardan medet umulur hale gelinmiştir.

İnsanların akıllarını başlarına alarak, vicdanlarının sesi ve üst aklın hakim olduğu doğru düşünce tarzı ile hareket ederek, kendilerine dahi hiç yararları olmayan bu zavallılardan hiçbir kimseye ve topluma hiç bir şekilde yardım ve yarar gelmeyeceğini, bu kişilerin İslamiyet’e çok büyük zararlar verdiğini, bilmeleri ve toplumun bunlardan bir an önce kurtarılması gerektiğini düşünmekteyim.

Esen kalınız Değerli Okuyucularım. Görüş ve düşünceleriniz benim için çok büyük değer ifade etmektedir.

DİĞER YAZILARI