Çok uzun yıllardır yalnızlık tıpkı varlık kavramı gibi tartışma konusu oldu. “Yalnızlık kişisel tercih mi?” yoksa “Dış etkenler mi buna neden oluyor?” henüz kimsenin üzerinde net bir karara vardığı söylenemez. Yalnızlık kelime olarak yalnız olma durumu ve kimsesiz olma durumu olarak tabir edilmektedir. Fakat bu sözcüklerin tanımladığı yalnızlık ile ruh sağlığı konusunda kullanılan yalnızlık aynı kavramlar değildir. Yıllar önce çok sevdiği yakınını kaybetmiş biri yalnızlık hissi duymuyor hatta bunun acısını yaşamıyor olabilir. Bu tanımlar tek başına olmayı veya insanın hiç kimsesinin olmamasını tanımlayabilir. Misal her hangi bir sebepten dolayı tek başına yaşayan, eğitim nedeniyle ailesinden uzak kalmış olan ya da hiç arkadaşı olmayan biri bu söylenen yalnızlık kavramının karşılığı olabilir.

Ancak ruh sağlığı olarak değerlendireceğimiz durum çok farklı şekillerde ele alınabilir. Kişinin en temel ihtiyaçlarından olan birine bağlanma, birliktelik, aidiyet gibi içgüdü temelli gereksinimler her hangi birine karşı hissedilememe durumudur bu durum. Diğer bir ifadeyle bu gereksinimleri karşılayabilecek birinin olmadığı düşüncesine kapılmasıdır.
Bu yalnızlık hissine değer verilen ya da kendini değer görmeye layık görememek de sürükleyebilmektedir kişiyi. Hepimiz hayatımızın belirli dönemlerinde yalnızlık hissine kapılabiliyor hatta kendimizi her zaman yalnızlığın içinde hapsolmuş gibi hissedebiliyoruzdur.
Bu noktada iki soru karşımıza çıkıyor. “Yalnızlık gerçekten kişinin kendi tercihi mi?” yoksa “Toplumun dayattıkları mı?”


Kafası farklı çalışan, kendini insanlara ifade etmekten hoşlanmayan bireyler bu duyguyu hayatının bir parçası haline getirmiş ve bununla yaşamayı öğrenmiştir. Ama gelin görün ki kültürel alt yapılar kişinin bireysel seçimini farklı taraflara çekiyor, yadırgıyor hatta küçük görebilmelerine neden olabiliyor. Dolayısıyla kişi iyice yalnızlaşıyor ve kendini insanlardan soyutluyor. Günümüzde bir kadın veya bir adam toplumdaki normlara uyum sağlayamadığında uzaklaşıyor ve pasif bir direniş olarak yalnızlığı seçiyor. Toplum nezdinde bu durum kişinin kesin bir kusuru vardır şeklinde algılanıyor bu tür etiketlerle kişiler toplumdan iyice koparılıyor. Diğer türlü yalnızlık ise çevresel faktörlerden dolayı olan yalnızlıktır.

Kişisel tercihten ayrılan yönü, bireyin toplum tarafından bu duruma itilmesidir. Kişinin düşünceleri ya da dış görünüşü bu durumun oluşmasında etkili olmakta. Her ikisinin de ortak problemi ise insan tercihlerine gereken değerin ve saygının gösterilmiyor oluşudur. Kişi kendini toplumun bir parçası olarak görmüyorsa zorlamamak ve kabullenmek hatta etiketlerde bulunmamak esas olmalıdır. Aynı şekilde topluma karışmak veya kendi düşünceleri ile bir varlık göstermek kişinin en doğal hakkı olarak görülmeli. Aslında her şeyin temelinde saygının olduğu bir öğretiden bahsedebiliriz. Bunu sağladığımızda her şey insanlık çerçevesinde mümkün kılınabilir.