Hayat mecburiyete bürünmüş zorbalıkların peşinde sürükleyip duruyor bizleri. Yaşamlarımızı müsait olduğumuzu düşündüğümüz anların içerisine sokarak resmi tatillere yatalak olmuş bir ömür geçiriyoruz çoğumuz. Kendi benliğimizden ötede anlağımıza varoluşumuz adına bir şeyler sokup sokmamak için çabalayan kaç kişi kaldı geride. Soluklanmadan, hızlı hayatlarında yaşamlarını idame ettirirken insanlık, kördüğüm olmuş beklentilerini ve geleceğin barutu halini almış hayallerini düşleyerek patlamaya hazırlanıyor içlerindeki hiçlik.
Sonsuzluğun içinde öyle bir kıvrım olacak ki diyor içimdeki ses tüm bu hengame arasında sürüklenen ruhlar avuç arasından rüzgara sıyrılan bir tutam kum misali uçacak.
Hayatlarını geçmiş dedikleri anlarda yaptıkları hata dedikleri şeyler üzerine kurarak boyunlarını aşağı eğip her denileni kabul edenlere diyecek şeylerim var.
İnsan nasıl olurda verdiği kararların arkasında durmazda sanki o kararları kendisi vermemiş gibi içinde bulunduğu durumu yaşamayı kendi seçmemiş gibi davranabilir. İnsan nasıl olurda doğuştan sahip olduğu istemediği şeyleri istediği şeylere çevirmeye çabalamadan yokluğu seçebilir.
Yokluktan kastım kabullenmek ve içerlenmeden durumların içerisinde özlerini bir hiç uğruna harcamak. Diyebilirsiniz ki bir hiç uğruna harcandığına sen nasıl karar verebiliyorsun. Buna ben değil bu şekilde davrananların kendileri karar veriyor.
Yaşadığı hayattan memnuniyet duymadan yaşayan ne kadar da çok insan var. Çoğu da kendini bir şeylere inandırmış ve bu çizgiden sapmadan ilerlemeye ant içmiş gibi nefes alıp veriyor. Yaşamak diyorlar kalp atışlarına.
Zaman kullanıp atmışçasına tüm çehremizi serbest çağrışımlarla içimizden dökülenler zincirlerimize takıldığı sürece ilerleme kaydedemeyeceğimizi düşünüyorum deneyimleme ödevinde.