Bugün sizlere öyle siyasetten, ekonomiden söz etmeyeceğim. Hayatın içinden, yıllar önce yazdığım bir öykü denemesini sizlerle paylaşmak istedim. Kim bilir, belki bu öykü denemesinde de farkındalık yaratacak bir şeyler vardır.
Bundan on bir yıl önce yazdığım ve bir kenarda bekleyen öykü şöyle:
Askerden yeni gelmişti. Henüz sudan çıkmış balıktan farksız, yirmi aylık disiplinli ve resmi bir yaşamın sonrasındaki sivil yaşama alıştığı söylenemezdi. Yaşam devam ediyordu ve bir an önce üzerindeki, askerliğin verdiği, sersemliği bir kenara atmalı ve yaşamın bir ucundan tutunmalıydı.
Askerliğini yapmış bir erkek öncelikle iş güç sahibi olması gerekirdi ki, sonrasında sıcak bir yuva kurmanın hayalini kurabilsin. Her gün gazetelerin insan kaynakları sayfalarına bakıyor, kendince uygun bulduğu işler için başvurularda bulunuyordu.
Murat öyle liseyi ve üniversiteyi de okumuş biri değildi. İlköğretim okulu mezunu biri olarak yapabileceği işler belliydi. Ya bir fabrikada işçi olarak çalışmaya başlayacaktı, ya da baba mesleği olan kahveciliği tercih edecekti. Görünen oydu ki Murat’ın geleceği de babası gibi kahvehane işletmeciliğiydi.
Günlerce iş peşinde koştu, Murat. Her başvurduğu kapı yüzüne kapanıyordu. Ya eğitim durumu nedeniyle olumsuz yanıt alıyor, ya da kalifiye eleman olmaması nedeniyle başvurusu reddediliyordu. Okulu bıraktıktan sonra babasının yanında kahveci çıraklığı yapmaktan başka bir iş yapmamıştı, Murat. Eskilerin deyimi ile kolunda altın bileziği, bir mesleği yoktu. Mesleğin ne dediklerinde tek söyleyebildiği kahvecilik, ya da garsonluk oluyordu.
Günler, haftalar birbirini kovaladı. Murat askerden geleli bir yılı geçmişti ama hala bir iş bulamamıştı. Artık başka da yapacak bir şey yoktu. Babasının eline daha ne kadar bakabilirdi. Kendi işinin sahibi olmalıydı, kendi ekmeğini kendisi kazanmalıydı.
Gece müşteriler dağıldıktan sonra kahvenin temizliğini yaptı. Çalışanları da gönderdikten sonra babasına kafasından geçenleri anlattı. Murat babasından ayrılarak kendi kahvehanesini açacaktı. Babasının da benzer düşünceleri vardı, ama bugüne kadar Murat’a anlatmamıştı. Yılların kahveci İhsan’ı yorulmuştu. Artık bir kenara çekilmek, torunları ile vakit geçirmek istiyordu. Kahvehaneyi de oğlu Murat’a bırakmayı çoktandır düşünüyordu.
İlk iş olarak kahvehanenin dekorasyonunda değişiklik yaptı. O eski kahvehanelerden farklı bir görüntü gerekiyordu. Seçkin müşterilere hizmet vermek için seçkin bir dekorasyon yapılmalıydı. Murat da öyle yaptı ve kahvehanenin dekorasyonunu değiştirdi. Bir köşeye okuma köşesi olarak ayırdı. Bu öncelikle üniversite öğrencilerinin ilgisini çekti. Artık kahvenin müşterileri arasında üniversite öğrencileri vardı ve okuma köşesinde derslerini çalışıyorlardı.
Murat ilköğretimden mezun olduktan sonra okuyamamış olmanın ezikliğini hep yaşamıştı. Şimdi üniversite öğrencilerini gördükçe daha bir içi sızlıyordu. Hayallerini hep kitaplar ve öğrencilik yılları süslüyordu. Bu özlemini ise kahvehanesinin bir köşesine kurduğu okuma köşesinde gidermeye çalışıyordu, Murat.
İş güç sahibi olarak artık sıcak bir yuva kurabilirdi. Kendi evinin erkeği olabilir, kendi çocuklarını büyütebilirdi. Bir arkadaş toplantısında gördüğü Selma tam onun hayalinde canlandırdığı bir eşti.
Zaman yitirmeden Selma ile tanışmalıydı. Bulduğu ilk olanakta da tanıştı. Arkadaş olmak istediğini, niyetinin ciddi olduğunu ifade etti. Selma, aslında beğenmişti Murat’ı. İyi bir gençti, yakışıklıydı da. Hani boylu postlu, sıktı mı taşın suyunu çıkaracak cinsten yağız bir delikanlıydı. Ya ait oldukları dünyalar. Selma onca yıl okumuş ve hemşire olmuştu; bir sağlık kurumunda da çalışıyordu; Murat ise bir kahvehanenin sahibi. Olur muydu, iki ayrı dünyanın insanları bir araya gelebilir miydi? Kültürleri farklı, ayrı dünyanın insanları mutlu olabilir miydi?
Selma için olamazdı. Ayrı dünyaların insanları bir olamaz, mutlu olamazdı. Eğitim ve kültür farkı hep aralarında sorun olacaktı. Bu düşünceler içerisinde Murat’a seslendi.
-Biz ayrı dünyalardanız.
Murat yıkıldı, olduğu yere oturdu. Hiçbir şey söyleyemedi. Adeta dili damağı kurumuş, yutkunamıyordu. Nefesi kesilecek gibiydi.
“Evet” dedi kendi kendine.
- Evet, biz ayrı dünyalardanız..