Türkiye’nin başında tüm dünyada olduğu gibi bir koronavirüs belası var. Sağlık Bakanı’nın söylemlerine bakıldığında işin vahameti daha net anlaşılıyor. Diyor ki bakan, bir kişi 30 kişiyi bulaştırabiliyor. Büyük rakam; zaten hastalığın hızla yayılıp salgın haline gelmesinden de anlaşılıyor durumun vahameti.
Bu durumda yapılması gereken tek etkili çözüm teması kesmek. Sıfır temas, sıfır vaka anlamına geliyor. O halde evden çıkmamak, çıktığında da çok iyi dezenfekte olmak gerekiyor. Bakan ısrarla, üstüne basa basa söylüyor ki sosyal mesafenizi koruyun.
Sosyal mesafemizi korumanın aslında en doğru ve etkili yolu sokağa çıkma yasağı. En azından iki hafta süreyle, yani hastalığın kuluçka süresi olan 14 günü hiç sokağa çıkmayarak geçirmek gerekiyor. Bunu da yapamıyoruz. Sayın Cumhurbaşkanımızın ifadeleri ile üretmemiz gerekiyor. Üretmek için de fabrikalar ve işyerleri açık olması gerek.
Kapanan işyerleri nedeni ile işsiz kalanlara, zor durumda olanlara yapılacak yardımlar için “Biz bize yeteriz” bağış kampanyası başlatıldı; Cumhurbaşkanı tarafından. Bundan bir gün önce de Aydın Büyükşehir Belediyesi’nin de aralarında olduğu birçok belediye başkanı bağış kampanyaları başlatmıştı ki, bunlar ivedi bir şekilde yasaklandı ve bağış hesaplarına bloke konuldu.
Tepkiler gelince de önce İçişleri Bakanı Süleyman Soylu "Devlet, vali izin vermeden banka numaraları açıklayıp 'Ben yardım topluyorum' derseniz başka devlet, yeni hükümet oluşturmak istiyorsunuz" diye çıkışta bulundu.
İçişleri Bakanı Soylu’nun bu sözleri henüz sindirilememişken Cumhurbaşkanı Erdoğan çıkıp “Devlet içinde devlet olmanın anlamı yoktur. Bu bakımdan da şu ana bu kampanyalar sadece devletimizin, cumhurbaşkanlığı makamının açıklamış olduğu birimler tarafından yürütülmektedir. Bunların takibi İçişleri, Valilikler, Aile Sosyal Hizmetler Bakanlığımız tarafından yürütülmektedir. Belediyelerimiz Valiliklerimizin izni olmadan kampanya açarsa devlet içinde devlet olmaktır.” sözleri ile bağış kampanyası başlatan belediyeleri devlet içinde devlet olmaya çalışmakla suçla.
Bağış kampanyası için sarf ettiği sözler arasında ise beraber olmamız gereken günler demişti. Koronavirüs savaşımında Türkiye olarak birlik ve beraberlik içerisinde hareket etmek gerektiğinin altını kalınca çiziyordu.
Yaşananlara baktığımızda işin başından beri ayrıştırmanın devam ettiğini görüyoruz. Sivil toplum örgütleri ile toplantı yapılıyor TTB, DİSK ve KESK gibi kuruluşlar bu toplantıya çağrılmıyor. Sonra belediyeler, özellikle CHP’li belediyeler bağış kampanyası başlatıyor onların hesaplarına bloke konuyor ve Devlet içinde devlet olmakla suçlanıyorlar. Bu nasıl bir birlik ve beraberlik anlayışıdır böyle?
Son bir haftada yaşadıklarımıza baktığımda ve birlik beraberlik söylemlerinin nasıl uygulamaya konduğunu görünce aklıma “İmam-ı Azam ve Bal Yiyen Çocuk” hikayesi geldi. Gelin o hikayeyi anımsayıp öyle değerlendirelim gelişmeleri.
“Çocuğun birisi bal yiyince vücudunda yaralar çıkıyormuş, ama bir türlü bal yemeyi de bırakamıyormuş.
Ailesi, çocuklarının bal tutkusunu önleyebilmek için hekimlere gitmişler, tedbirler uygulamışlar, ama nafile!
Sonunda, tavsiye üzerine, Ebu Hanife Hazretlerine gitmişler.
İmam Ebu Hanife, sorunu dinledikten sonra çocuğun ana ve babasına; “Kırk gün sonra gelin” demiş.
Anne ve baba buna bir anlam veremese de çaresizlik içinde mecburen geri dönmüşler.
Kırk gün geçtikten sonra tekrar Ebu Hanife Hazretlerinin huzuruna varmışlar.
İmam-ı Âzam, çocukla kısa bir görüşme yaptıktan sonra ona; “Bundan sonra bal yeme evlâdım!” demiş.
Sonra da çocuğun ailesine dönüp; “Tamam, gidebilirsiniz.” demiş.
Anne-baba şaşkınlık içinde “Bu mudur yani?” dermişçesine birbirine bakmışlar.
Öyle ya, kırk gün bekleyip de sonunda sadece bir cümle duymak, anlaşılır bir durum değilmiş.
Fakat karşılarındaki zat da devrin en büyük alimi… Sıradan birisi değil ki…
Onun dediği gibi yapmışlar ve evlerine dönmüşler.
Sonraki günlerde bakmışlar ki çocukları artık bal istemiyor!
Merak etmişler bunun sebebini.
İmam-ı Âzam’a tekrardan rahatsız etmişler ve ona; “Efendim, ona bir cümle söylediniz. Nasıl onu baldan vazgeçirebildiniz? Nedir bunun hikmeti?” diye sormuşlar.
Gülümseyerek şöyle cevap vermiş İmam-ı Azam Ebu Hanife: “Kırk gün önce, ben de bal yiyordum. Bal yiyen birinin, başkasına bal yeme demesi etkili olmazdı. Sizin ilk gelişinizde bal yemeyi kestim, önce nefsimde denedim bunu. Kendim bunu bırakmanın mümkün olduğunu görünce sözüm de ona tesir etti.”