Her bir yazma serüveninin, okumanın ve hikâyenin zamanı olduğuna inananlardanım ben. Elimize geçen birçok şeyi sonraya saklıyoruz ya hani zamana bırakıyoruz aslında. Hazır olduğumuzda "Zamanı geldi" diyebilmek için. Yaklaşık 2 aydır "zeytin ağacı" ile ilgili bir yazı kaleme almak istediğimden bütün literatürü hazırlamıştım ama nedense bir başlıktan öteye geçememişti yazım. Yüreğimizi yakan bu günlerde doğanın, ağaçlarımızın, o güzel ve masum canlılarımızın önemini bir kez daha anlamamız için "Haydi; vakit tamam" dedim ve yazıyorum.
Zeytin ağaçlarının yaklaşık olarak 2000 yıl yaşadıkları bilinmektedir. Fakat bazı araştırmalar sonucunda, 3000 yaşında olan zeytin ağaçları bulunmuştur. İlk zeytin ticaretinin kalıntıları İzmir’in Urla ilçesinde bulunmuştur. Anadolumuzun zengin topraklarında.
Zeytin, Kur’an-ı Kerim, Tevrat ve İncil gibi kutsal kitaplarda çok önemli bir yere sahiptir. Öyle ki, zeytin hakkında birçok hadis ve ayet vardır. Ayrıca zeytin, birçok mitolojide anlatılır ve övgüyle bahsedilir. Özellikle Yunan mitolojisinde zeytin ağacının altında doğmak, kutsal bir aileden gelmiş olmaya işaret eder.
Yunan mitolojisine göre zeytin ağacı, bilgelik tanrıçası Athena ile deniz tanrısı Poseidon arasındaki bir yarışma sonucu oluşur. Hikâyeye göre Poseidon ve Athena, Kekrops’un kurduğu kente kendi adlarının verilmesini ister. Zeus ise hangi tanrı ya da tanrıça insanlığa daha elverişli ve daha faydalı bir iş yaparsa kurulan kente onun adının verileceğini söyler. Poseidon üç dişli yabasıyla bir kayaya vurur vurmaz su fışkırır ve azgın bir at çıkar. Athena ise mızrağıyla kayaya vurur ve dalları meyvelerle dolu bir zeytin ağacı oluşur. Bu bitkinin insanlığın yaralarını iyi edecek bir merhem, lezzetli ve bol enerjili bir besin maddesi ve karanlıkları aydınlatacak bir alev olduğunu söyler. Bunun üzerine Atina’nın yönetimini, denizden daha yararlı olan zeytin ağacını kendisine sunan Athena’ya verir. Persler, Atina’ya saldırdıklarında akropoldeki zeytin ağacını yakarlar, ne var ki, ağaç bir gecede tekrar filizlenip ölümsüzlüğünü kanıtlar.
Çinliler için de zeytin ağaçları ve zeytin çok önemlidir. Kültürlerine göre zeytin “yaşamı” simgeliyor ve zeytin çayının ve zeytin şarabının da ömrü uzattığına inanırlar.
Zeytin ağaçları yaz, kış yeşildir. Kışın kurumaz ve yaprakları dökülmez, az da olsa dökülenlerin yerine yeni yapraklar da hızlıca çıktığından her daim yeşildir. Kendi kendine oluşan bir ağaç düşünün. Meyvesinden tut yaprağına kadar bir şifa kaynağı.
Barışın, bolluğun, bereketin, arınmanın, ölümsüzlüğün, yeniden doğuşun simgesi. Kültürden kültüre dolaşan bir kutsallığın taa kendisi.
Hikayeye göre Adem ile Havva cennetten kovulur. Adem 930 yaşında öleceğini hisseder. Bu yüzden de Tanrı’dan kendisini ve bütün insanlığı bağışlamasını diler. Bunun için de oğlu Şit’ e görev verir. Oğlunu cennet bahçesine gönderir. Bahçeden melek “iyi kötü ağacından” üç tohum verir. Melek Şit’ e babasını gömmeden önce tohumları ağzına koymasını ister.
Adem kısa bir süre sonra ölür. Tomor dağına gömülür. Gömüldüğü yerde ise o ağzına koyduğu tohumlar ağaç olarak topraktan çıkar . Bu ağaçlar zeytin, sedir olarak yeşerir. Böylelikle de tanrı ve insanlar arasında barış sağlanır.
Zeytin ağacına "ölümsüz ağaç" adı da verilir.
İlyada Destanı’nda şair Homeros, zeytinin ölümsüzlüğünü şöyle anlatır:
“Ben herkese aitim ve kimseye ait değilim, sen gelmeden önce de buradaydım, sen gittikten sonra da burada olacağım.”
Bir başka hikayeye göre;
Bir gün ağaçlar kendilerine bir kral seçmek isterler; zeytin ağacına gidip;
-Gel kralımız ol
derler.
Zeytin ağacı;
-İlahları ve insanları onurlandırmak için kullanılan yağımı bırakıp ağaçlar üzerinde sallanmaya mı gideyim?
diye yanıtlar.
Düşündüğümüzde boşuna karakteri sağlam insana "halis gibi zeytinyağı" denilmiyor aslında.
Nuh Peygamber’in kasırga sonrası dünyanın düzene girip girmediğini anlamak için gönderdiği beyaz güvercin, ağzında zeytin dalı ile geri döner. O zamandan beri zeytin, barışın, huzurun ve düzenin simgesi olarak kabul edilir.
Kuran-ı Kerim’de 6 ayette ve çok sayıda hadiste zeytinden övgü ile bahsedilir. Nur suresi 35. Ayette, “doğuya ya da batıya ait olmayan mübarek zeytin ağacının yağı ateşe değmeden bile ışık verir” ifadeleri ile zeytin ağacının kutlu, bereketli olduğu tasvir edilir.
Tıp biliminin sembolündeki çift yılanlı asanın ne olduğunu hiç düşündünüz mü? Burada yer alan sopa, zeytin dalıdır. Rivayete göre Tanrı, Hermes’in barıştırıcı gücünü ölçebilmek için asasını iki yılan arasına koyar. Yılanlar kavgayı bırakarak birden asaya sarılır ve ayrılmazlar. O günden beri Hermes’in tıp biliminin sembolü bu görüntü olur.
Zeytin ağaçları her yıl aynı oranda zeytin vermez. Zeytin ağaçların bu kadar uzun ömürlü olmasının sırrı belki de; bir yıl çok mahsul verirken, ertesi yıl hiç mahsul vermemesidir çünkü ağaç dinlenir, kendini yeniler. Bu halk arasında “var yılı ve yok yılı” olarak söylenir.
"BİR YIL VAR BİR YIL YOK"
Ne demiş Nazım usta;
Yani, öylesine ciddiye alacaksın ki yaşamayı, yetmişinde bile, mesela, zeytin dikeceksin, hem de öyle çocuklara falan kalır diye değil, ölmekten korktuğun halde ölüme inanmadığın için, yaşamak yanı ağır bastığı için.
Kadim bir dost zeytin ağaçları. Senden, benden, bizden, herkesten eski.
Ne kültürler barındırdı?
Ne imparatorluklar geçirdi?
Ne savaşlar gördü?
En kanlı dönemi de gördü, en güzel dönemi de.
Helenistik dönemde kendisini kesenler ölümle cezalandırıldı.
Onu korumak için özel yasa çıkarıldı.
Bir ağaç kutsaldı. Bir canlı kutsaldı.
Mutluydu.
Taaaa ki bu yüzyıla kadar.
Biz onların elinden dünyayı almaya çalışıyoruz sanki onlarsız yaşayabilecekmiş gibi.
Dinazorlar da dünyayı çok sevmişti insanoğlu gibi.
Ama yok olup gittiler.
Bu dünya ne bize kalacak ne de size!
Bir zeytin ağacının dünyayı değiştirdiği gibi biz de kendimizi değiştirmeliyiz.
Değiştirmeliyiz ki o güzel güvercinin getirdiği zeytin dalını hak edelim.
Demem o ki yeryüzüne bir armağan olarak gönderilen bu ağacı korumamız gerekmez mi? Bize sunulan bu güzelliklere zarar vermek yerine sevmek gerekmez mi soruyorum size? Eğer bu savaşı [insanoğlu savaş veriyor çünkü] kazanırsak biz kaybedeceğiz.
"Son ırmak kuruduğunda, son ağaç yok olduğunda, son balık öldüğünde, beyaz adam paranın yenmeyen bir şey olduğunu anlayacak" sözü var ya işte; tam olarak öyle.
"Son" kelimesinin bizim son'umuzu getirmeden anlamak ümidiyle...
Yanan ağaçlarımızın her biri için, nefesimiz için tekrar tekrar yeşertmek için kadim dostumuzu, dostlarımızı, çam ağacından tut çınar ağacına kadar birbirinden güzel nefesimiz olan, yaşama sebebimiz olan ağaçları dikmeyelim mi?