Yaşamın her anında insanı hayrete düşüren, şaşkına çeviren konular mutlaka vardır. Yaşam kendi içinde inişleri ve çıkışları olan, engebeli bir arazi gibidir. Kimi zaman her şey istediğiniz gibi giderken, kimi zaman da hiç beklemediğiniz aksiliklerle karşılaşırsınız. Ama işte olumsuzluklar ve aksilikler karşısında sizin duruşunuz başarıyı ya da başarısızlığı getirecektir.
Dilden dile dolanan Nasrettin Hoca fıkralarında da inişleri ve çıkışları görebilmek olasıdır. Ancak değişmeyen tek bir nokta vardır; o da Nasrettin Hoca’nın nükteden duruşu ve pratik zekası ile olayları çözüşüdür. İşte o fıkralarından biri de ‘Yemeğin buğusu, akçenin sesi’ fıkrasıdır.
“Nasrettin Hoca Akşehir'de kadılığı yaptığı dönemde karşısına iki adam çıkmış. Birisi öteden beri cimriliği ile tanınmış bir aşçı, diğeri de boynu bükük bir fakir. Aşçı sözü almış:
- Hocam demiş, ben bu adamdan davacıyım. Dükkânın önünde fasulye pişiriyordum. Tencerenin kenarından buğusu çıkıyordu yemeğin. Bu adam elinde somunla geldi. Kopardığı lokmaları yemeğin buğusuna tutup başladı atıştırmaya. Nihayet koca bir ekmeği bitirdi. Ondan fasulye buğusunun parasını istedim, vermedi.
Nasrettin Hoca anlatılanları dikkatlice dinledikten sonra fakire dönüp:
- Doğru mu bunlar? diye sormuş.
- Evet, demiş fakir adam.
- Öyleyse para kesesini çıkar bakalım.
Zavallı fakir kadı efendiye karşı gelememiş. İçinde üç beş akçe bulunan para kesesini Hoca' ya uzatmış. Bu sefer aşçıyı çağırmış yanına. Keseyi kulağına yaklaştırarak şıngırdatmaya başlamış. Sonra da:
- Haydi demiş aldın işte alacağını. Aşçı :
- Nasıl olur? diye şaşkınlığını belli etmiş. Paramı vermediniz henüz. Hoca cevap vermiş:
- Fazla uzatma, yemeğin buğusunu satan akçenin de sesini alır elbet!”