yine de bir yerlerden başlamak gerekir. bir öykü vardır mutlaka başlangıcı olan her şeyde. iyi anlatamamış olmanız onu öykü olmaktan çıkarmaz. ya da hiç yazılmamış olması bile öyküyü yok etmez. yazılandan çok akla dahi getirilemeyen öyküler vardır. yanı başımızda sessizce akıp gider. bizler içimizde kurguladığımız öykünün sesini çoğaltmaya çalışırken o yürüyüşüyle toprağı dahi incitmekten çekinircesine uzaklaşır. her bağırış binlerce sesi eziştir. her koşuş ayaklar altına alır yürüyüşleri. bizler bağrışın ve koşuşturmanın öyküsünü yazmanın peşindeyiz yalnızca. ya da öldürerek yazmanın. eteğimize tutturduğumuz bir parçacık ipin peşinden sürüklüyoruz hayatımızı. koptuğu yere kadar ya da dolaştığında ayağımıza çöküyoruz. sonra kaldığımız, çöktüğümüz yeri duvarlarla çeviriyoruz. savunuyoruz. en gidilmesi gereken yerin ora olduğunu anlatan cümleler çoğaltıyoruz. bağır çağır nutuklar atıyoruz. buradayız ve en olmamız gereken yerdeyiz. nasrettin hoca'nın saz çalışındaki sabitlik gibi evimizi hakikatin ortasına kurduğumuz konusunda şüphe götürmez delillerimizin olduğunu söylüyoruz. tüm dışımızda kalanları yok sayıyoruz. çitler çekiyor mayınlar döşüyoruz. her şiirimizi mısra mısra nöbetleşe sınıra diziyoruz. parolayı bilmeyeni vurun. ya da öyle şey işte.

yine de bir yerlerden delmek gerek tüm surlarımızı. gözetleme kulelerinin önüne ot tıkamak. şiirlerimizi silmek. sonra bir nehri düştüğü yerden çıkarmak. söz nereye buradan geldi. hangi öykünün girişiydi. böyle bir giriş olur muydu. düşünün. yıkılsın duvarlarınız.