bazı şeylerin hiçbir derin açıklaması yok. o her neyse sadece o… biz insanlar kabullenmekte zorlanıyoruz. onun yalnızca öyle olması işimize gelmiyor, duygularımızı incitiyor, değersiz kılıyor onca çabamızı. biz istiyoruz ki, daha derin, daha soylu, daha mistik, daha gizemli bir anlamı olmalı ve biz o anlam etrafında kendimizi inşa etmeliyiz. yücelmeliyiz mesela, mesela mağrur olmalıyız, bizde bıraktığı izi gösterip; “işte bu, hani halk arasında anlatılan destansı hadise var ya, onun bende bıraktığı iz bu ve hani o kahraman… işte ben…” ve devam etmeliyiz; “ey insan, siz beni işte bu izimle kutsayın…”

ama öyle değil aslında o bazı şeyler, yalın ve göründüğü gibi her şey… ve biz hiç kahraman olmadık bu yüzden, ve bu yüzden bizdeki en derin iz, basit bir estetikle silinebilir…
akla şu geliyordur muhtemelen, ne o bazı şeyler?.. hikâyemizin ensesinden tutup silkelediğimizde, oramızda buramızda özenle sakladığımız, fırsatı gelse de masanın üzerine övgümüz olarak koyalım dediğimiz her şey… hani biraz imâ ile de olsa, size hatırlatıldığında, gözlerimizi şöyle biraz kısıp, kendimizi arkaya yasladıktan sonra, uzaklara bakar halde, olanca kalın ve diyafram sesimizle anlatmaya beklediğimiz her şey… mesela aşk! ( gecenin bu vaktinde yazılıyorsa bu yazı aşkın akla gelmesi normaldir. sabah yazsaydım belki ufuktan, seherden, gökyüzünden, güneşin doğuşunun hikmetinden bir kavram bulup onu söyleyebilirdim)
evet mesela aşk… öyle sizin arkaya yaslandığınız kadar heybetli, uzaklara bakacak kadar uzun, gözlerimizi kısacak kadar pırıltılı ve diyaframa inecek kadar göğüs hizasına yakın değil… bir yerde başlamıştır, bir yerde sürüklenmiştir, bir yerde bitmiştir. mahallede oynanan futbol maçların bile daha uzun ve daha hikâyesi boldur. ve belki pantolonunuzu dizlerinize kadar sıyırabilseniz daha fazla yaralandığınızı anlaşılacak.

ama siz gözleri kızmayı, arkaya yaslanmayı, uzaklara bakmayı, kalın ve davudi sesinizle kendinize gizemli, mistik, derin, hikâyeler arıyorsunuz… çünkü siz aslında hiç de anlattığınız gibi bir hikâyenin kahramanı olmadınız. anneniz bile sizi öperken temkinliydi, babanız mesafeli, mahalle görmezden geldi, bakkal size hiç beleş şeker vermedi. mahalle maçlarında bile ancak oyuncu eksikse oyuna alındınız… şimdi hangi şiiri okursan oku, hangi romandan kendine derin kuyular kazmaya çalışırsan çalış, dizi filmdeki kahramanın yerine koymayı dene(mesela gönül dağı dizisi)… o işler öyle olmuyor.

bak yazıyı senle bağlayım. sen tortop otur olduğun yerde… bazı şeylerin hiçbir derin açıklaması yok dedim ya, sen baya yufkasın(bazıları sığ diyor) açıklamaya değmiyorsun. hadi haksızlık olmasın, ara sıra sana bakanlar olmuştur. bir iki cümle kurmuşlardır. azizim, güneş her zaman doğar,ve sen yürürsün ya arkandan kimse bakmıyor…

yasaklar kalktı ben sana çay ısmarlayayım, sen bana nargile. oturup birbirimizi pohpohlayalım… her cümlemizin derin, gizemli açıklanamaz yanlarını bulup sevinelim…