Korku, gerçek bir tehlikenin ya da bir tehlike olasılığının, düşüncesinin uyandırdığı kaygı duygusu diye geçiyor sözlükte. Gerçekliği sorgulamaya kalkarsak bu köşe yazısının içerisine sığamayız lakin son yapılan bilimsel araştırmalara göre dokunduğumuz, duyumsadığımız her şeyin yüzde doksan dokuzunun boşluktan oluştuğunu biliyoruz.
Bu boşluklarda oluşan hislerimiz tehlikeli diye nitelendirdiğimiz anları da doğurur. Bazı zamanlar bazı insanlar çoğu insanın herhangi bir tehlike göremediği anlarda kaygılı hissedebilirler. Korkularına yenik düşen bu insanlar korktukları şeylerden kaçınmaya başlarlar. Korkularımız bizlerin üzerine geldiği sürece bizler kaçınarak geri çekiliriz. Kaçınmak içimizdeki bilinmezin bizi içine çekmesidir.
En sonunda çekilecek bir yer kalmadığında bu dünyadan başka gidilecek bir yer olmadığını bazılarımız idrak eder bedenen. Bu içimizdeki bilinmezin çekişi bizi durmaksızın içine çekmeye devam edecek gibidir fakat bizler bir şeylerden ne kadar kaçınırsak o kaçındığımız şeylere karşı ne kadar savunmaya geçersek bu içimizdeki bizi o kadar içine doğru çekmeye devam eder ve kendimizin yani içimizdekinin kölesi yapar.
Bu bağlamda bence asil olan içeridekini keşfetmek ve korku bağlarını budamaktır. Korkuyu tamamen yok etmeyi denemek yerine onu kullanmasını bilirsek bizi diri tutar. Bir taraflara meyletmek sızıntılı beklentiler içinde yaraşamıyorsa özümüze ayrılık baki kalacaktır bölünen bizlerde. Bu bölünen bizler arasındaki ayrımı yaratan ise tam olarak bu korkularımızdır. Nasıl ki korkularımızın üzerine gidemiyorsak kendimizden de o kadar uzaklaşırız. Bu bağlamda kendimizi ve korkularımızı keşfetmenin, onları tanımanın, kendimizi keşfetmek ve tanımak olduğunu düşünüyorum.