Yaşanan üzücü bir olayın akabinde dibe vurup, yok olduktan sonra küllerinizden yeniden doğmak, doğabilmek… Yeniden var olabilmek… Zor bir süreçtir yeniden ayağa kalkabilmek… İçinizdeki yüzleşmeler ve hesaplaşmalar yaptıktan sonra… ‘Ben buradayım’ diyebilmek…
Tam da burada Zümrüdüanka kuşu hikayesi geliyor… Efsaneye göre bu kuş, öleceğini hissettiği zaman kendisine ağacın kuru dallarından bir yuva yapar, yuvanın içinde ölümü beklermiş. Ta ki güneş bütün görkemiyle ortaya çıkıp, kuru dalları yakıncaya kadar. Böylelikle, Simurg oluşturduğu yuvada yanarak ölür ve küllerinden yeniden doğarmış.
‘Var olmak’ kelimesi bana hep zaman zaman rutin zaman zaman girdap zaman zaman labirent zaman zaman da kaos halinde yaşadığımız hayatta var olma çabamızı aklıma getirir hep.
İnsan, düşünceleriyle olduğu kadar yaşadığı mutluluklarla, keskinliğini hissettiği acılarla ya da tarifini yapamadığı duygularla da var olduğunu anlar.
Bunların paralelinde şunu düşündünüz mü hiç? İnsanın var olma sancılarının yok olma kavramı ile süregiden bir dans olduğunu? Ve bu dansta, insanın kendini bulma serüveninin hiç bitmeyen yanı ile defalarca karşı karşıya kalıp yüzleştiğini?
Acılar yaşadığımızda ya da çaresiz durumlarda kaldığımızda dibe vurup yukardaki bu düşüncelerle boğuşma sonrasında hayata yeniden başlama düşüncesi ve moduna girdiğimiz anda ‘Var olma’ mücadelemiz yeniden başlıyor.
Bir şey biliyorum: “Bir şeyler değişecek.” Hayat bana, insan yaşantısının farkına varamadığım başka yönlerini de gösterecek ve hayat benim için, hep bu yönleri keşfetmemle yeniden başlayacak. Yeniden, yeniden ve hep yeniden… Var olma isteğim, yok olan gerçekliklerle yüzleşecek ve ben hep var olmak için yeniden yaşayacağım. Beş yıl sonra ne olur bilmiyorum. Fakat beş yıl sonrasını yaşamak istiyorum. Dünya bir sahne, insan ise bu sahnede oynayan kimse… Her insanın yaşamı, bu sahnede oynanan bir hikâye ve ben bu hikâyeye dâhil olmak istiyorum. Ve ben! Hikâyenin sonunu merak ettiğim için yaşamak istiyorum.
Ta ki bir sonraki yok oluşa kadar…
Tekrar var olmak…