Zındıklıkla suçlanması ve uzun süren bir soruşturma neticesinde Abbâsî Halifesi Muktedir Bi’llâh'ın emriyle idam edilmesiyle meşhur olan spiritüalist yazar ve mistik şâir Hallac-ı Mansur’un Divan-ı Hiç adlı kitabında geçen 114 şiirinden birini okudum geçtiğimiz günlerde. “Yaratıcısını gördükten son ölen o tanıktan” bahsettiği şiirinde damıttığı hikmet zerrecikleri üzerine düşünüldüğünde Hallac-ı Mansur’un neden zındıklıkla suçlandığını ve idam edildiğini anlıyor insan. Çünkü derin insanları sığ akılların anlaması mümkün değildir. Sığlığın derinliğe kulaç atmadan, derinliğin kaynağını kurutması insanlık kara talihi olsa gerek. “Sana bir kimsenin ölümünden söz edeceğim Yaratıcısını gördükten sonra ölen o tanıktan. Sana o yüreklerden söz edeceğim Vahiy bulutu hikmet denizlerine yağan. Sana hak dilinin ölümünden söz edeceğim Çok uzak zamanlardan Anımsatılması hiçliğe dönüştür. Sana sözün ölümünden söz edeceğim Ki her yetkin söz ve sözcü onun karşısında boyun eğer. Sana kalbin işaretlerinden söz edeceğim Ondan geriye çürük bir yapı kalır sadece. And olsun pak aşkına Sana o halkın tavrından söz edeceğim ki Dört ayaklı canlıları bile iyiliğin farkındaydılar Tümü geçmişte kaldı artık, ne izleri kaldı ne de tozları Ad kavminin akıbeti ve virane Eram sarayı gibi Hiçbir işaret yok artık. Geriye öyle bir halk kitlesi bırakıldı ki Yolunu yitirmiş, boşluğa tapıyorlar. Dilsiz, dudaksız halk yığınından daha cahil Sürüngenlerden bile daha aşağı yaratıklar”