Nankör müdür insan, anadan doğma ve atadan olma? Üç semavî dinden biri olan Hıristiyanlık inancına göre insan, doğuştan günahkâr ve İslam inanışı gereği insan, pak ve temiz doğar. Doğuştan iyi ya da kötü olmak, nankörlük ile doğrudan alakalı olmasa gerek değil mi? Öyleyse gelin; insanoğlu, sahip olduğuna neden kıymet vermiyor, bunu irdeleyelim.
İstanbul'a daha önce hiç gitmemiş bir üniversite öğrencisi olduğum yılları hatırlıyorum: Henüz o şehre ayak basalı birkaç ay ya olmuş ya da olacak… Tabi, İstanbul’a ve onu İstanbul yapan her detaya hayran biri olarak günümü gün ediyor ve şehirde fırıl fırıl geziyorum, hemen her bulduğum boşlukta. Neyse, büyük bir arzu ile görmek istediğim Galata Kulesi’ni doya doya temaşa ettiğim günün ertesinde İstanbullu bir arkadaşımın henüz 20’lerinde olmasına karşın bahsettiğim kuleyi canlı kanlı görmediğini öğrendim. Tahmin edilir ki çok ama çok şaşırmıştım, bunu duyduğum an. “Nasıl olur ya..?” demiştim ben de sizin gibi. Büyük bir merakla nedenini öğrenmek için atıldığımda mealen şunu söyledi İstanbullu kız: “Zaten orada olduğunu bilmek, yetiyor.” Evet, insan doğuştan iyi midir yahut kötü müdür bilmem ama sahip olduğuna kıymet verip nankörlük yapmıyor değil hani.
“Kötü insan aynı zaman nankördür de.” sözünün sahibi Cervantes, haklı mıdır bilinmez lakin genel kanı bu iddiayı destekler nitelikte. Söylesenize, çoğumuzun lügatinde 'kötü' ve 'nankör' kavramları etle tırnak ya da baş göz edilmiş ve yıllanmış bir çiftten farksız mı? Yine kulaklarda çınlayan şu şarkı sözü: “Eller kadir kıymet bilmiyor, anne.” Bu nidaya biraz melankolik bir hava hâkim olsa da tek bir cümlede sahip olunana verilmeyen kıymetin bariz bir şekilde ifadesi saklı. Bir kıymeti bilinmeyenler listesine sahip olsaydık mesela ilk sandalyeyi kim kapardı acaba? Kimi sağlık der kimi ana, baba, aile yahut kimileri mal, mülk der kimileri de can, canan... Değişir doğal olarak önceliklerimiz ama yeri gelir “kuru ekmeğe” muhtaç olur ya insan, ben de derim ki şükredebilmektir, kıymetini bilmezlikte sınır tanımadığımız.
Dinî menkıbeler ya da tarihî olaylardan feyiz alıp konuyu sıkboğaz etme niyetim yok ama hepimizi ilgilendiren bir iki misal ile sahip olduklarımıza sahip çıkmıyor oluşumuzu tekrar yüzümüze vuralım istiyorum. Bakın sizden ne isteyeceğim: Hiç üşenmeden herhangi bir oda lambasına veya musluk başına saatlerce baktığınızı hayal edin. Çok mu saçma olurdu, bir sandalyeye oturup musluktan akacak suyun hayaliyle hemhal olmak yahut halıya uzanıp yanacak lambanın nuruyla sarhoş olmak? Prize her taktığımızda şarj cihazını minnetsizce ve musluk kolunu her döndürdüğümüzde umursamazca, var olana kıymet vermediğimizi tekrar tekrar kanıtlamış olmuyor muyuz? Köklü alışkanlıklar, hiç kaybetmeyecekmişçesine muamelede bulunmalar, var olduğunu bilmekle vicdanı rahatlatmalar olmasaydı keşke… Bu hararetli konuya bir nihayet vermeden önce, Allah’ın insanı derinden sarsacak kadar tesirli şu ayetini zikretmeden edemeyeceğim: “O kahrolası insan, ne nankör şey.”*
*Abese suresi / 17