Tıpkı müziğin insan ruhuna gıda olmasındaki hikmet gibi toplumun ruhuna gıda olsa gerektir, aydın. Medeniyetler inşa edenler yan gelip yatanlar değil, ilahi bir ziya ile canlanıp kanlanıp ve ayaklanıp toplumu peşine takanlardır. Aydın olmak düsturu kendine has bir başka ilimdir sanki: Mertebeler atlamak yoktur, bu ilimde. Süreç, sanki bir ilk ve son gibidir: Bu düstur üzere olan kişi sanki aydın vasfını bir pelerin gibi ne vakit sırtını çekmiştir, hep meçhul… O derece malumat sahipleri, aydın olmak vasfını bir meşale tutarcasına değil bilakis meşaleler meşalesi bir Güneş avuçlarcasına kutsiyete maliktir ve yaymakla mükelleftir, ziyasını dört köşe, dört bucak, dört yön.
***
“Aydın olmak uğruna evvela halktan ıraklaşmak farzdır.” Aydın, halkı ile insani her manada bütünleşen, birleşen, iç içeleşen olmak kaderi ile mesul olsa da halka fener olmak imtihanı ile şereflenen kişinin halktan olabildiğince uzaklaşması pek zaruridir. Bir imtihandır elbette ermiş kişi için halkına ırak olmak keza halk ki hasta ve şifası olan aydın, deva ise… Uzak olmak icap eder ki yakın olmak için… Beri durmak gerektir bir süre ki halka varabilmek için… Ve öteden bakmak hisseye düşer ki daha iyi görebilmek için…
***
Aydın, elinde kalemi ve koltuk altında kitabı olan mıdır? Daima düşünen ve dalgın mizaç, aydının tasviri midir? Az konuşmak keza çok dinlemek, aydın olmak sırrı mıdır? Öyle masal kahramanı, destan kişisi, efsane eri gibi nice türlü büyülü mucizeler beklemek lazım gelmez aydın için. O, herhangi bir dar kalıba sığmayacak denli halktan biridir. Daha evvel de izah edildiği üzere aydın; ben, sen, o, biz, siz, onlar kadar halk adamı ve millet evladı olmak sadeliğine layıktır. Bir nebze kendine has fikirleri olan, kendince yol tutan, özü ile özleri bir kılan, teşhis bulma mahareti ve sonuca hızla varma yetisine hâkim olan, aydın kişinin tasviri olsa gerektir.
***
Topluma dair olumsuzları masaya yatırmak, saatlerce bir oradan bir buradan çekiştirip durmak, misaller verip gün yüzüne çıkarmak, suçlamak, sızlanmak, saçmalamak… Bu tür serzenişler ile toplumun aksak yönlerini dilden dile gezdirmek ne derece manasız ve acizane… Topluma yakışmayan tarafların dedikodusunu yapmak, herkesin pekâlâ şahit olduğunu kimseler bilmezmişçesine göğüs kabartıp beyan etmek, sorunlar, dertler, belalar üzere dilde tüy koymayıp “Allah kerimdir.” lafzıyla masadan ayrılmak ne seviye gülünç...?
***
Aydın öyle mi, haşa. Biri şair öteki yazar olmak üzere toplumun üzerine haydut kesilmiş nice musibetleri bertaraf edecek iki tür aydınlanan vardır, soyu şerefli ve kanı kutsal milletlerin. Halkın akıl haritasını ayan beyan ortaya koyan yazardır keza o bir sosyologdur her şeyden evvel ve yine aynı halkın ruhi portresini çizen şairdir keza o bir psikologdur pekâlâ. Hikayeler, denemeler, anılar kaleme almak, yazarın dahil olduğu toplumun aklını ve şiirler, türküler, ağıtlar karalamak, şairin nefeslendiği milletin duygusunu ayan beyan ortaya koymaktır. Nice fertler ki bu iki aydınlanana selam durmalı ve baş üstünde değer biçmelidir.
***