Türkiye Cumhuriyeti’nin evvela bölgesel akabinde küresel bir güç teşkil etmesi gayesini her siyasi parti programı hiç kuşkusuz vadeder. Bu murat adına yapılması icap eden, gerçekleşmesi beklenen nice icraatlar vardır: Milli kimlik ile harman olmuş değerleri ve koşulsuz adaleti hâkim kılmak gibi…
***
Küresel bir güç odağı olup yedi düvelin masasına bir sandalye çekmek, evvelce öze dönmek ve öz ile barışık olmayı teminat ister. Kültür başlığı altında gelenek, görenek, örf, adet, kılık, kıyafet, yemek, içmek, bayram, düğün, tören gibi milleti millet yapan nice kılcal damarlara sahip çıkmak ve aynı anda dil ve din gibi ulu kavramları eleştirel bağlamda dile çiklet yapmamak icap eder. Böylece masaya çekebilecek bir sandalye inşa edilebilsin. Sandalyeyi inşa etmek öyle pek kolay olmasa gerek mamafih farz edelim ki şöyle en kutlusundan bir sandalye inşa ediverdik: Onu yedi düvelin masasına çekecek kuvveti, iradeyi, azmi, kutu her ne der iseniz nereden ve nasıl temiz edeceğiz?
***
Yıllar yılı evvel filozof ve pedagog olan Rousseau, çağındaki bir sorundan dem vurur: Varlıklı kocaların eşleri, anne olduğu vakit evladını süt anneye teslim edermiş.
***
Bu durumu aile kurumunun istikbali adına tasvip etmeyen pedagog mealen şu hatırlı düşünceleri sarfeder bir celalle: Eğer ki anneler alçakgönüllülük gösterirse ahlak kendi kendine düzelir, tüm yürekler eski doğallığıyla şereflenir ve devletin nüfusu çoğalıverir. Çocuk ile çıkageldiği sanılan usandırıcı sıkıntılar boşa gider, anne ile baba birbirine her zamankinden daha çok ihtiyaç duyar ve evlilik bağı kuvvetli mi kuvvetli olur. “Böylelikle aile yaşamının çekiciliği ahlaksızlığa karşı en yüce panzehir oluverir.”
***
Balık baştan kokar, a dostlar! Baba, evin direği; ana, gülü olmadıkça velhasıl kelam “aile” kurumu her türlü zerrecikten dahi muhafaza edilmedikten sonra o kutlu sandalyeyi alıp anca tepemize indirmek icap edecek, ne yazık!
***