1 Mayıs 1977’nin üzerinden tam 42 yıl geçti.
Daha üçüncü satırı bile nasıl yazacağımı düşünemeden belliğimin zihin ekranında canlanıverdi
1 Mayıs 1977’nin katliam tablosu...
Başlangıçta her şey doğal seyrinde devam ediyordu.
DİSK’in kontrolünde tüm katılımcılar Taksim Meydanı’daki yerlerini almışlardı...
Mahşeri bir kalabalık vardı. Kimi verilere göre 500-600 bin kişi, kimi verilere göre de daha fazlaydı.
DİSK Genel Başkanı Kemal Türkler kürsüde konuşurken, katılımcı gruplar kendi siyasal sloganlarını atıyorlardı...
Zaman zaman bu sloganlar yüzünden gerilim tırmanıyordu; ancak DİSK’in görevlileri kararlı tutum ve davranışlarıyla her türlü provokasyonu önleyebilecek durumdaydılar.
DİSK Genel Başkanı Kemal Türkler’in konuşmasını yaptığı platformdaki gazetecilerin arasındaydım.
Taksim Gezi Parkı’nın içinde bulunan öğrencilerin başında İstanbul Belediye Başkanı rahmetli Ahmet İsvan’ın eşi rahmetli Reha Hanım vardı. Reha Hanım İKD (İlerici Kadınlar Derneği) üyesiydi...
Taksim Meydanı’ndaki yüksek binaların çatılarında mevzilenen keskin nişancılar açık seçik görünüyorlardı...
Saat 18.00 sularıydı, her şey planlandığı gibi sürüyordu ve böyle biteceği sanılırken, silahlar patlamaya başladı. Sular idaresinin çatısından, Kazancı Yokuşu tarafından ve İnter Continental Oteli tarafından ateş açıldığı söyleniyordu.
Silah sesleri eşzamanlı başladığı için toplum üzerinde psikolojik olarak çok etkileyici olmuştu.
DİSK Genel Başkanı Kemal Türkler’in konuşmasını yaptığı platformda yanında olan yöneticiler ve biz gazeteciler silah seslerini duyduğumuzda içgüdüsel olarak başlarımızı yere eğip kendimizi koruyacak bir sığınak aramıştık. Koskoca platform göz açıp kapayıncaya kadar boşalmıştı..
Taksim Gezi Parkı’ndaki okaliptüs ağaçlarından yapraklar dökülüyordu… Daha korunaklı bir yer bulup sığınmak için koşarken Reha Hanım’ı gördüm…
Reha Hanım, küçük çocukları kurşun yağmurundan korumak için ana gibi kollarını açmış, onları sarmalamış bedenini siper etmişti...
Koşamadım...
Utandım.
Benim de canım tatlıydı; ama Reha Hanım’ı öyle görünce dökülen yaprakları, vızıldayan kurşunları unuttum ve Reha Hanım’ın yanında yer aldım…
Ve ne gariptir ve ne garip bir duygudur...
Bir kurşuna hedef olup ölmemek için kaçıyorsunuz, sonra çocuklarını korumak için kendini kalkan etmiş bir anayı görmek size ölüme meydan okumayı öğretiyor...
Reha Hanım beni yanında görünce sadece güldü… Ben de bir şey söylemedim, söyleyemedim. Sonra bir de baktım ki bizim gibi onlarca insan o bebeleri ölümden korumak için, onları kucaklamış, sırtlarını kurşunlara dönmüştü... Dönenler arasında beyaz kalkanlı polisler de vardı ve ağlıyorlardı…
Silahlar susmuştu...
Hep birlikte o küçük çocukları güvenli bir biçimde araçlara bindirdik...
Taksim Meydanı’na döndüm...
Gördüğüm insan cesetlerinin hangisi çekeceğimi şaşırdım...
Bu şaşkınlık içindeyken elinden geldiğince hızlı koşmaya çalışan sarışın bir kadın…
O sarışın kadın bir anda kendisini kovalayan panzerin devasa tekerlekleri arasında ezildi…
Panzer hiçbir şey olmamış gibi aynı süratle Gümüşsuyu yönüne doğru uzaklaştı...
Şoka girmiştim… O günden beri ne zaman 1 Mayıs 1977’yi düşünsem o sarışın kadının ezilişi gözümün önüne gelir, şimdiki gibi...
1 Mayıs 1977 Pazar günü yaşanan bu katliamdan sonra ne hikmetse İstanbul’u Anadolu’ya bağlayan karayollarında hendekler içinde cesetler bulundu... Ölenlerin sayısı, 33 mü,37 mi yoksa daha fazla mıydı, belli olmadı…

Yarın 1 Mayıs 2019
Ardan 42 yıl geçti, 43. yıla girdi kanlı 1 Mayıs 1977..
Neden oldu, niye oldu, kim yaptı, yapanın amacı neydi?
Sınıfsal bilincin gelişmemesi için 1 Mayıs, işçinin, emekçinin bayramı olarak yerleşmesin diye iktidarlar ellerinden gelen her şeyi yaptılar.
İktidarlar, 1 Mayıs’ın Taksim Meydanı’nda kutlanmaması için tüm güçlerini kullandılar.
Başta DİSK ve öteki sendikalarda Taksim Meydanı’nda ısrarcı olunca provokasyonlara gebe gerilimler oluştu.
Oysa İstanbul’da bütün yollar Taksim’e çıkar.
Ve geldik bugüne…
Artık bırakın sınıf sendikacılığını, emeğin hakkını arayan sendika kaldı mı?