Yerel seçimler bitti ya, kimilerinin beklentileri gerçekleşti, kimilerinin de başka bahara kaldı.
Kiminin beklentisi koltuk sahibi olmaktı,
Kimi de çoktandır yanında taşıdığı birilerini başından savmak için fırsat kolluyordu.
Kurnaz olanlar, kimden kurtulmak istiyorsa, onun makam ve mevkii sahibi yaparak ödüllendirmiş gibi göstererek yaşamlarından çıkardılar.
Kimler mi?
Ben yazdım, siz çevrenize bakarak kimin ödüllendirildiğini bularak kim olduğunu bulabilirsiniz.
Bu ödüllendirme sistemiyle safralardan kurtulmakla ilgili gerçek bir yaşam öyküsünü yazacağım.

Gazetenin adını, sahibini yazarsam uygun olmaz diye düşündüğümden, sadece olayın özünü yazacağım.
Babıali’nin köklü gazetelerinden ve ulusal basında belli bir okuyucu kitlesi olan bir gazetenin patronundan söz edeceğim.

Bu gazetenin sahibinin nasıl gazete patronu olduğunu anlattıktan sonra esas konuya geçeceğim.
Söz konusu gazetenin sahibi ekonomik krize dayanamadığı için çareler ararken, gazetecilikle hiç ilgisi olmayan bir kişi, gazetenin çektiği kağıt sıkıntısını fırsat bilerek bobin bobin gazete kağıdı vererek gazetenin sahibini borçlandırmış. Ve bir iki yıl içinde alacaklarına karşılık gazeteye sahip olmuş.

Bu gazetenin sahibi dönemin başbakanı Süleyman Demirel tarafından açık açık korunduğu için büyümüş de büyümüş.
Hatta, gazetenin sahibi öğretmenlerle ilgili bir konuda o günün parasıyla neredeyse bir milyara yakın bir parayı iç etmiş, durum anlaşılınca Demirel sahip çıkmış ve ‘’verdimse ben verdim’’ gibi laflar ederek o ılımlı arkadaşı korumuş.

Bu gazete patronunun yanında birisi varmış ki, adam sanki gazetenin sahibi.
Gazetenin gerçek sahibi bu kraldan fazla kralcıdan kurtulmak istiyor; ama yaptığı bütün sahtekarlıkları, hırsızlıkları, üç kağıtları bildiği için adamı kovamıyormuş.

Gazete patronu derin derin düşünürken, bir arkadaşı ‘’Hayrola, Karadeniz’de gemilerin mi battı?’’ diye sormuş.
Gazete patronu da:
‘’Yanımda çalışan falancadan nasıl kurtulacağımı düşünüyorum.’’ demiş.
Arkadaşı da ‘’tazminatını ver gönder gitsin’’ demiş.
Gazete patronu:
‘’ olmaz!...’ demiş.
Arkadaşı sormuş: ’’neden?’’
Gazete patronu anlatmış:
‘’Yahu adam yaptığım her üç kağıtçılığı biliyor, kovar, buradan uzaklaştırırsam, gider rakiplerime anlatır, rezil olurum’’ demiş.
Arkadaşı, gülmüş ve demiş ki:
‘’Sen bu işin yöntemini bilmediğinden nasıl davranacağını da bilmiyorsun’’
‘’Evet’’ demiş gazete patronu.
‘’Yapacağın tek şey var’’ demiş arkadaşı.
Ve devam etmiş:
‘’Senin bütün pisliklerini bilen o adamı milletvekili seçtir, meclise gönder sana gebe kalsın.’
Gazete sahibi ilk seçimde o adamı ikna etmiş ve milletvekili seçtirmiş.
Milletvekili olan o zatı muhterem, milletvekili olduktan sonra, kendisine oynanan oyunun farkına varmış; ama yapacak bir şeyi kalmamış; çünkü eski patronu aleyhine söyleyeceği her sözün önce kendisine zarar vereceğini düşündüğünden susmayı yeğlemiş.

İstanbul’da yaşadığım yıllarda benim de başımdan böyle bir olay geçmişti.
Bir şirkette ‘’bilinçli satış-pazarlama’’ eğitimleri veriyordum.
Şirket aile şirketiydi.
Şirketin kurucu ortaklarından iki kardeş alım-satım-pazarlama işlerini iyi bilmediklerinden, otomotiv sektörünü yakından tanıyan hemşehrilerini ‘’satış şefi’’ olarak işin başına geçirirler.
Satış şefi olan kişi kısa zamanda şirkette kendi egemenliğini kurar.
Kartal’da, Altınoluk’ta, yazlıklar, şirket müşteri çekleriyle özel iş yapmalar gibi akla gelebilecek her iş.
Şirketin kurucu ortağı olan iki kardeş, zaman içinde yaptıkları hatanın farkına vardıklarını; ama şirketi kendi elleriyle teslim ettikleri ‘Satış Şefi’nden nasıl kurtaracaklarını bilmediklerinden benim yardımcı olmamı istediler.

Şirket ortağı iki kardeş, dediklerimi aynen uyguladılar.
Sessiz sedasız kurtulmak istedikleri ‘’satış şefi’ni otomotiv sektörünün ilgisini çeken bir tanıtımla ‘’Genel Müdür’’ yaptıklarını duyurdular.
İki ya da üç ay sonra da,’’GÖRÜLEN LÜZUM ÜZERİNE’’ işine son vererek kurtuldular.

Bakalım ilk cayırtı nereden kopacak..