İnsanlar birbirleriyle ne için birlikte olduklarının farkındalar mı diye düşünüyorum. Gurur, kibir ve önyargıdan ötede bir hayat kurulup kurulamayacağından endişe duyuyorum. Sizlere bu hafta böğürtlenin hikayesini anlatmak istiyorum. Bir küçük böğürtlenin hikayesi. Ansızın bir dalda biten küçük böğürtlen daha hamken olgunlaşmayı hayal eder durur. Birilerinin gelip onu almasını bekler güneş ışığını iyice emerken içine doğru. Bazen birileri gelir ama bizim küçük böğürtlen ham olduğu için onu değil yanındaki böğürtleni alır. Bu bir diğer bekleyişi doğurur. Aslında bekleyiş hiç bitmemiştir. Bir anlık umut dalgası, sadece önüne geçen budur. Olgunlaşır, büyür rengini iyice alır bizim böğürtlen. Ama bu seferde onu alacak kimse gelip geçmemektedir etraftan. Günlerce bekler. Gelen giden olmayınca olgunluğu çürümeye doğru evrilir. En sonunda çürümeye başlar bizim böğürtlen, yanındaki yaprakların tozlarıyla dertleşirken çürür yavaşça. Sonra gün gelir birden toprağın üzerine sert bir düşüş yapar kopup. Tüm doğa bütünleşmiş ortadan kaldırmaya çalışıyordur bizim böğürtleni. Öyle ya her şeyin vakti vardır ve yok olma vakti gelmiştir bizim böğürtlenin. Toprak, üzerine düşmesini pek hoş karşılamaz. O olgunlaşmayı beklerken ki ham günlerini hatırlar bizim böğürtlen. Bekleme düşüncesi ezilmemek düşüncesine dönmeye başlar artık. Aslında yoktur. Ortada ne düşünce vardır ne de his. Böğürtlen üstüne bir şeyin basmaması için beklerken çürümekte olan bedeninin üzerine bulutlar kusmaya başlar. Rüzgar tokatlar, toprak içine çeker. Böğürtlen hiçlikte varoluşu fark eder. Bir böğürtlen olmadığını, olmadan olabileceğini, varlığın ve yok oluşun olmadığını anımsar. Kendince koca bir tebessümle herkese gülümser. Onu içine çeken toprağa, tokatlayan rüzgara, üzerine kusan bulutlara anlatmaya çalışır anımsadığını. Fakat herkes o kadar meşguldür ki şikayetçi oldukları durumu idame ettirmekle böğürtlen sonunda daha fazla dayanamaz ve sonsuzluğa teslim olur o güzel eşsiz gülümsemesiyle.