Öyle günlerden geçiyoruz ki, dört bir yanımızda adeta ateş çemberi. Hele ülkenin güneydoğu sınırı tam bir cehennem gibi, gözyaşı, zulüm kol geziyor. Sözde demokrasi ve özgürlük için yapıldığı söylenen şeyler insanları yuvasından yurdundan uzak bırakıyor. İnsanları sakat, öksüz ve yetim bırakıyor. Bunlar sınırın ötesinde yaşananlar. Sınırın bu tarafında, sınırlarım içinde de hemen hemen her gün bir şehit haberi ve gözyaşı.
Anlayacağınız bir kasvet, bir hüzün sarmış dört bir yanımızı. İşin bir başka boyutu da ekonomi iyi gitmiyor. Esnafın hali içler acısı. Vergisini ödeyemez duruma gelmiş. Kimi siftah bile yapamadan akşam evine gider olmuş.
Bunları düşündükten sonra istedim ki, biraz olsun rahatlayalım, unutalım ve tebessüm edebilelim. İşte on nedenle Nasrettin Hoca fıkralarından ikisini sizlerle paylaşmak istedim
“YOK DEVENİN BAŞI
Nasreddin Hoca, hanımının eğirdiği iplikleri pazarda satmaya başlamış. Lâkin esnaflık bu, sanıldığı kadar kolay değil. Nasip kısmet mi, Hoca’nın acemiliği mi ne zaman pazara gitse, astarı yüzünden pahalıya mal oluyormuş. Elinde avucunda ne varsa yok pahasına veriyormuş.
Bir gün, kurnaz iplikçiye bir ders vermek istemiş. İplikleri deve başına sarıp kocaman bir yumak yapmış. İplikçi işkillenmiş. Hoca’ya:
– Yumak da pek ağır, içinden başka bir şey çıkmasın, deyince, Hoca ne dese beğenirsiniz:
– Yok devenin başı! demiş.
Ertesi gün pazarda iplikçi Hoca’nın yakasından tutup:
– Sakalından utan, diye azarlayacak olmuş. Hoca bu, hiç altta kalır mı?
– Ne diyorsun birader, demiş, sen yumağın içini sordun ben de “Yok devenin başı.” dedim.
KİRLİ KUZGUN
Hoca’nın pek âdeti de değil ya, bir gün Akşehir Gölü’ne hanımıyla çamaşır yıkamaya gitmişler. Hanım yıkıyor, Hoca seriyor derken bir kara kuzguncuk ok gibi atılıp sabunu kaptığı gibi havalanmış. Kadıncağız ah vah etmeye kalkınca Hoca:
– Boşver hatun, demiş, ne sızlanıp duruyorsun, o bizden kirli, temizlensin gariban!”