‘Yalan dünya’ deriz. Hepimiz yaşamışızdır bu duyguyu. Derindir aslında tek cümlede anlatılan, bir iç çekiş olur bazen geçmişte yaşanılan. Hayal kırıklığı deriz, üzülür geçti deriz. O zaman hayal kurmayalım, her şeyi olduğu gibi görelim. Beklentilerin gerçekleşmedi diye, neden olmadı diye söylenmeyi bir tarafa bırak. Bu dünyanın bir kuralı var kardeşim o da şu: bir kişiye sayısız iyilikler yaparsın, bir kere de kötülük olarak algılanan şey olur; ama bin tane iyiliğin değil, bir kötülüğün bedelini alırsın. İnsan öyle bir yaratık ki bir kötülük uğruna bin iyiliği unutur, tüm hatırları yıkar geçer.
İnsanların çoğu benlik bunalım içinde, en ufak bir terslikte, sevdikleri insanları dahi ayaklar altına alarak, cezalara tabi tutar. "Bana dokunmayan yılan bin yaşasın" sözü, bu zihniyeti güzel bir şekilde ifade eder. Çünkü asıl mesele bu sözün sonrasındadır, "...ama bana dokunursa mahvederim."
Bencilliğini az çok aşmış kişiler, bu dramların içinde yer alsalar da, yaptıkları şeyler karşısında, daha beklentisiz kalmayı başarırlar. İyilikleri beklentisiz yapar, kötülükleri, kötülükten ziyade hemen anlaşılmayan iyiliktir. Birine tokat atmak, genelde kötü bir davranıştır ama bir an korkup da şoka giren insana tokat atmak iyiliktir. Sen iyiliği kötülüğü nasıl görmek istiyorsun ya da sen yaptığın iyiliği neden yapıyorsun beklentiyle mi? Yoksa gerçekten karşındakini düşündüğün için mi?
Bu göreceli dünyada iyiyi kötüyü belirleyen bir davranışın arkasında yatan asıl şey niyet ve amaçtır. Sevgiyle yapılan hiç bir şey kötü değildir, ama egonun amaçlarına hizmet eden iyilik dahi, iyilik değil, en iyi şartlarda menfaat beslemektir. Yalan dünyanı gerçek dünya ya çevirmek senin elinde… Egonun toprağı çürütüldüğünde, tohumları açmaz, susuz bırakıldığında yok olur gider.