Kanser gibi yayılan ve hemen hemen kimsenin haberdar olmadan yakalandığı hastalık “Sosyal medya depresyonu” bir diğer deyişle “çağın vebası”. Bu hastalığa sahip olmak için güçlü bir sosyal medya bağımlılığı gerekiyor. Ne yazık ki geçtiğimiz yıllarda AMATEM bağımlılık merkezinin bünyesine ek olarak kattığı "teknoloji bağımlılığı" birimi, durumun ciddiyetini açıklamaya yeterli bir örnek gibi görünüyor. Sosyal medyanın; haber almak, bilgiye kolay ulaşmak, kendini özgürce ifade etmek, eğlenceli vakit geçirmek gibi birçok faydalı özelliğinin olduğunu biliyoruz peki ya sosyal medyanın karanlık yüzü? Çok uzakta değil. Bu karanlık yüzü görebilmek yalnızca bir telefon uzağımızda. Bir sosyal medya hesabını açıp incelemek yeterli. Yapılan paylaşımları görün, okuyun ve düşünün. İnsanların kendilerini bağımlılığa ve mutsuzluğa nasıl sürüklediklerine tanık olun. Estetik kaygısının, en çok beğeniyi alabilme rekabetinin, sosyallik adı altındaki asosyalliğin bir kara bulut gibi insanların üstünü kapladığını görün.
Sosyal medyanın estetik kaygısı getirmesiyle birlikte dış görünüşünden utanan ve 16 yaşında estetik operasyon geçirmek isteyen çocuklar, bir kaza olduğunda en çok beğeniyi alabilmek için yardım etmek yerine video çekenler, gidilen tatilleri tatil yapmadan sadece fotoğraflamak, fotoğraf çektikten sonra manzaraya hemen arkayı dönmek, uzun zamandır görüşmeyen iki arkadaşın buluşmalarını sohbet etmek yerine sadece fotoğraflaması. Sosyal medyada çocuklarını beğeni aracı olarak kullanan anne ve babalar, telefondan kafalarını kaldırıp birbirlerine gülümsemeyi unutan insanlar… İşte bunların hepsi sosyal medya ile hayatımızın tam ortasında. Bir düşünün, koskoca bir ömür bunlardan ibaret mi gerçekten? Bir de bunun diğer şekli olan başkalarının hayatlarını izleyip kendi hayatına üzülmek ve sürekli bir şeyler yapıyor olma isteği. Sosyal medya yüzünden tüm öğünlerimiz bir meta olarak kullanılıyor farkında değil misiniz? Fotoğraflamak için yenilen yemekler, içilen kahveler, gidilen yerler. Hayatımızın en özel anları artık teşhir ediliyor, kaydediliyor ve biz bunu normalleştiriyoruz.
Düşünmüyoruz, hissetmiyoruz, görmüyoruz, yaşamıyoruz. Yaşamayı sosyal ağlardan ibaret sanıyoruz. Kendimize yaklaşmamız gerekirken, başka hayatları örnek alarak kendimizden uzaklaşıyoruz. Pahalı akıllı telefonlar, tabletler ve ücretsiz internet yüzünden o kadar yalnızlaşıyor, o kadar asosyalleşiyoruz ki yaşamımızın sonlarına yaklaştığımızda bu güne kadar başkalarına yetişmekten, yaşayamadığımız bir hayat olduğunu fark edeceğiz. En mutlu anımızı çektiğimiz fotoğraflarla hatırlayacağız.
Sosyal medyaya yetişmeyi bir hayat sanmayın, yetişemeyip mutsuz olmayın. Kendinizi sevin. Dış görünüşünüzle, maddiyatınızla ve maneviyatınızla barışın. Pahalı telefonları, tabletleri, kıyafetleri bırakın. Kukla olmayın. Siz sadece siz olun, mutlu olun. Manzarayı fotoğraflamak yerine, bir gün manzaraya bakmanız dileğiyle...