İnsan doğası gereği iyiliğin ve iyilerin kazanacağına inanmak ister. Kendimiz ya da bir yakınımız haksızlığa uğradığında öfkelenmemiz, içerlememiz biraz da en temelde bu inancımızın sarsılmasından kaynaklanır. İnsanlık tarihi boyunca insan, adil olmakla güçlü olmak arasında hep sınanmıştır. Toplumsal olaylarda yaşanan ve hukuksuzluk olarak değerlendirdiğimiz olaylar aslında duygu dünyamızda derin izler bırakır. Bu durum rutinlerimizi, hayattan aldığımız doyumu ve günlük işlerimizi takip etme motivasyonlarımızı sekteye uğratır. Elbette sadece günümüz gündemi değil; örneğin bir terör saldırısı, afet ve toplumun birçok kesimini aynı anda ilgilendiren acı olaylar da dahildir. Farkında olmadan kolektif bir duygunun içine yuvarlanıyoruz ve bu duygu yoğunluğu zaman zaman geleceğe umutla bakmamıza engel olacak kadar bizi içine çekiyor. İnsanın yaşamış olduğu herhangi bir depresyon ve anksiyete durumunda ilk baktığımız nokta umudun varlığıdır. Eğer kişi bulunduğu halin geçici olduğuna inanıyorsa aşılmaz görünen birçok duvar aşılır, bu durum ise insanın içindeki güven duygusu ile bağlantılıdır. Yani en temelde güven varsa; üzerine inşa edilen umut insanı harekete geçirir, kendisine iyi gelecek şeyler yapmasına zemin hazırlar, niyet vardır, çaba vardır. Ancak insanın elinden güveni aldığınızda üzerine umudu koyabileceğiniz temelleriniz yıkılmış olur.
Toplumları da tıpkı insanlar gibi değerlendirebiliriz, toplumun kolektif bilincinde güven duygusu yoksa; insan yalnızlaşır ve mücadele etme gücünü kaybedebilir. Ben yolda yürürken başıma bir şey gelmeyeceği, yayaya yeşil yandığında otomobillerin duracağına dair inancımı kaybettiğimde sistem çökmüş demektir. Normal şartlarda sisteme güveniyor olmak yalnızca belli başlı noktalarda tedbirli olmamı gerektirirken, güven ve emniyet sistemleri sarsıldığında günümün tamamını aslan tarafından yenilme ihtimali ile yaşamaya çalışan bir ceylan yavrusu gibi geçirebilirim. Öyle ki; bu his beni yapmak istediğim birçok şeyden alıkoyup yalnızca olanı muhafaza etmeye, hayatta kalmaya yönelik bir yaşam sürmeme sebep olacak kadar güçlü bir etkiye sahip olabilir…
Yeni bir iş kuracak, hayatlara dokunacak, insanları istihdam edecek maddi güce ve vizyona sahip olsam dahi tetikte hissettiğim bir ortamda ya bu yeteneklerimi hiç fark etmeyecek ya da fark etsem dahi “nemelazım” diyerek harekete geçmeyeceğim… Demem o ki; toplumsal gelişim elbette öncelikle bireysel gelişimden geçiyor bireysel gelişim ise sağlıklı bir toplumsal zeminle, güven duyulacak sistemlerle, ‘işin bu kısmıyla benim uğraşmam gerekmiyor bu onun işi’ diyerek ötekine itimat edebilmemle ilgili…
Adaletin olmadığı bir ortamda, bireylerin yaşadığı güvensizlik sadece bireysel değil toplumsal düzeyde de büyük travmalara yol açar bu durum gelecekteki nesillerin adalet algısını şekillendirir ve kolektif hafızada kalıcı etkiler bırakır. İçinde bulunduğumuz toplumda; yaşanan ve yaşanmış olan birçok hadise toplumun vicdanında derin izler bıraktı bugüne kadar, bu hadiselerin neredeyse tamamı toplumsal hafızamıza, kültürel varlığımıza nakış nakış işlendi. Bugün, yaşanan ve anlamakta zorluk çektiğimiz, savaşları, askeri darbeleri ve diğer toplumsal olayları anarken içimizi burkan, ‘Nasıl! Nasıl olabilir?’ hissini yaşatan şey işte bu hafızadır… O nedenle geçmişi inşa ederken bunun gelecekte nasıl okunacağına, gelecek nesillere neler bıraktığımıza da bir durup bakmamız gerekir….
Toplumsal hafıza ve güven
Zehra Selimoğlu
Yorumlar
Trend Haberler

Turizm kenti Didim’de çalışma fırsatı: İşte başvuru şartları

Tarla miras kavgasında kana bulandı! Kardeşini önce bıçakladı sonra silahla vurarak öldürdü

Üç gün boyunca ekmek çıkmayacak! Herkes tedbirini alsın

Aydın'ın bayram namazı saati: İşte ilçe ilçe bayram namazı saatleri

Aydınlı genç doktor adayı hayatını kaybetti

Annesinin kabrine bırakılan rüzgar gülünden şüphelendi! Mezarı kazdığında gördüğüyle dehşete düştü
Reklam