“insan yaşamı başkasına aktarılamaz olmasından ötürü yalnızdır. kökten yalnız” der ortega y gasset. milyarlarca insan içinde olsak dahi, hiç birimiz bir başkasıyla hiçbir şeyini paylaşamaz. hiç kimse bir başkasının hayatına giremez. en yakın olduğumuz insanlarla bile uzağızdır. en basit acıdan, en büyük sevinçlere kadar bir başımızayız. havva’nın âdem’e gösterdiği elma ile ademin gördüğü elma aynı değildir. havva elmanın bir yarısını gösterirken âdem öbür yarısını görür, ve zihnimiz olmayan yarıyı kendi tamamlar. herkes kendine kovulur. öyleyse hep bir yarımın, belki bir başkasında olan yarım elmanın peşindeyiz, boşa ve yılmadan bütünlemek için çırpınıyoruz. aynı suda iki kez yıkanamayan, aynı dünyada kendi suyunda çırpınıp durur. eş sahibi olmak, çocuk sahibi olmak, patron olmak, alkışlanmak, lider olmak yalnızlık gerçeğinden bizi kurtarmaz, belki unutturur, belki avutur ama dönüp geldiğimiz yer yine kendimizizdir. insan yalnızsa, insana dair her şey de yalnız ve muhatapsızdır. öyleyse kelimeler de, gönül de yalnız ve ancak bize aittir.
niçin yazıyoruz, madem yalnızız ve madem asla bizi paylaşan, anlayan, bilen, yaşayan olmayacak, niçin, niçin, niçin…
meselenin mistik, metafizik açıklamaları elbette yapılabilir, ve elbette mutlak bir bütünün parçaları olduğumuzu, ben dediğimiz şeyin aynı zamanda biz demek olduğunu, yani sen hem sensin hem ben, ben hem senim hem ben, şeklinde bize daha iyi gelecek, yalnız olmadığımıza dair bizi umutlandıracak şeyler söyleyebiliriz. ama niye ben şu anda tavana bakarken kimse benim baktığımı görmüyor? kim şu an tavana baksa benim gördüğümü görür? haydi hep beraber tavana bakalım ve gördüklerimizi anlatalım. kaçımız sahiden aynı şeyi görmüşüzdür, aynı şeyi hissetmişizdir?
bir tavanda bile buluşamayan insanlar, yalnız olmamayı nasıl başarır? hangi ortak noktada buluşursa “biz” olur? içimizden, yahut siz içinizden “aşk” diye bir eylemi geçiriyor olabilirsiziniz. sizin içinizden geçirdiklerinizle benim içimden geçirdiklerim bile birbirimize anlatabileceğimiz, anlattığımızda anlayabileceğimiz şey değildir. aşk bir şeydir, ve mutlak yalnız bir şeydir.
dostoyevski’den, kafka’ya, zarifoğlu’na, oğuz atay’a her şair, yazar çoğalmak, yalnız olmadığına kendini inandırmak adına çırpındı durdu, ping pong topu gibi yine de her nereye düştülerse kendileriydi düşen, düştükleri yer yalnızlıklarıydı.bizim okuduklarımızsa, yalnızlığın kulaklara yansıyan “çınlaması”ydı.
ölüm döşeğinde “rasim, yalnızım!” diyen zarifoğlu, şiirinde; “ ah şu yalnızlık/kemik gibi/ne yana dönsem batar” derken, yalnızlığın insana ilişik olduğunu söylüyordu. ama asla onun ne kadar yalnız olduğunu, batanın hangi kemik olduğunu hiç birimiz bilemedik.
ortak değerler, ortak yaşam, ortak her ne varsa dışa dönük, anlaşılmış kalıplardır. hiç biri gerçekte bizlik değildir. keçi yolundaki izler gibi, her birimiz onu takip etsek de her birimiz kendi ayaklarımızla yürürüz.
şimdi bu yazıdan siz her ne anladınızsa, benim anlatmaya çalıştığım o değildi. sizin yalnızlıktan anladığınız, benim yalnızlığım değildi. ne demişti ortega y gasset, “kimse bir başkasıyla diş ağrısını paylaşamaz”
şairin dediği gibi; “her ne söyledimse kendime söyledim”