"Bir şey bilmeyen" der İtalyan atasözü, "hiçbir zaman şüpheye düşmez." Böylece, şüphesizlik içinde geçen bir saniye dahi bağnazlık kokar. Bu koku, bağnaz damgası yedirir kişiye. Öyle ağır bir kokudur ki bu, yalnızca kişiyi kendinden uzaklaştırmakla kalmaz: Tüm yakın ve uzak çevresi, kişiyi terk eder. İtibarsızlık ise sosyal bir canlı olan insanı, türlü bela ve musibetler silsilesi içine atar. Yapmam dediğini yapan, söylemem dediğini söyleyen, "büyük lokma ye, büyük konuşma" kaidesine ters düşen bir kişinin ortaya çıkışı, işte böyle bir zincirleme olaydan meydana gelmektedir.
Hâlbuki fikir sahibi olmak, kutsanmaya layık bir hâldir ama gel gör ki bunun da suyunu çıkarmak pekâlâ mümkün. Denir ya hani; "İlim sahibi olmadan fikir sahibi olmak" diye, işte bu türden bir fikir sahipliği şeytanca ve hastalıklıdır. Asıl teyide layık mesele, bilgiden yoksun iken fikre gebe olmanın mantıksızlığıdır. Tıpkı, eşi olmayan bir muhabbet kuşunun rutin olarak yumurtlaması gibi... Hangimiz, bu yumurtadan bir yavrucuk çıkacağı iddiası güder ki? Böylece, fikir sahibi olma ön koşulunun ilme vâkıf olmakla gerçekleşeceği sonucuna varmakla mükellefiz. Bir neden sonuç ilişkisi, bir sebepler dairesinde halkalanmışlık hâli...
Montaigne'in tespitiyle: "Hakkında en az fikir sahibi olduğumuz şeyler, tanrılaşmaya en müsait olanlardır." Son ilahî peygamber vasıta ile vahyi tamamlanan kitap, Kur'an-ı Kerim. Sorar Hâkk, "Düşünmez misiniz?" diye. Öyle ya aklı ile diğer canlılara fark atmış bir medeniyetin çocuklarıyız. Yine sorar Rabb, "Akletmez misiniz?" diye. Tâbii ya, merak ede ede tüm kâinatın sırrına sahip olanların torunlarıyız. Düşünmeli insanoğlu, sorgulamalı ve irdelemeli. Hazıra konmamalı ki yoldan sapmaya. Yoldan çıkanın akıbeti meçhuliyete mahkûm olmaktır. Öyle bir mechuliyet ki er yolundan ayrılmaya sevk eyler imanı.
Hangi organın daha elzem olduğu sorusuna, genelde iki kutuplu bir geri dönüş sağlanır. Kalp ve beyin taraftarları kıran kırana bir mücadele içindedir. Düşünmeyi kutsamışken, sorgulamayı yüceltmişken ve irdelemeyi hoş görmüşken hangi tarafta olduğumu gizlemiş olamam. Beyindir nazarımda âli olan ve unutmamak gerekir ki onun şanına yakışır sadece, kendi kendine isim veren tek organ olmak.
Zamana, buhar ve elektrik ile tasma takma gayretimizi hatırlayın. Uzun yolların kısalması ve mesafelerin saatlere, dakikalara inecek kadar hadsizleşmesi... Zamanın nakit olduğu bilinciyle icatlar üstüne icatlar gayreti netice verdi. Günün çoğunluğuna sahip olmayı basardık. Mı acaba..? Zamanın nasıl akıp gittiğini bilmediğimiz zamanlarda çok eskiden şöyle bir duvara sırt verip bir noktaya dalmalarımız var idi. Ellerin çeneye destek olduğu ve kaşların kalkar vaziyette bulunduğu o derinlere dalma hâllerimiz pek normaldi. Şimdi, sokakta bir yerde, eli yanaklarında ve hülyalara dalmış birine rast gelse idik hangimiz meczup yaftası vurmazdı ki? Öyle işte: Zamana hâkim olmaksa medeniyet, düşünmekten acizlik ve sorgulamaktan korkaklık mı olmalıydı meyvesi?
Sorarım kendime, hangisi daha mühim olmalıdır diye. Hangisi daha güç ve buna nispeten çıktısı daha kârlı diye: Düşünmek eylemi midir çırakların ilk ödevi yoksa düşünenlerin düşüncelerini öğrenmekle geçen düşünmek eylemi mi? Bir düşünür olmak, hangisiyle başlar sorusu, tartışmaya açık lâkin usta bir düşünürün bu husustaki notu kulak vermeye değer elbette. Cemil Meriç, "68'lere kadar insanlığın düşünce tarihini tavaf eden bir şakirttim." diyor ve ardından ekliyor: "Düşünmüyordum, başkalarının neler düşündüğünü öğrenmeye çalışıyordum. Uzun süren bir çıraklık…"
Öyleyse, düşünmenin yasaklandığı ve irdelemelerin öcüleştiği bir toplumda olduğumuzu varsaysak: Hazır lopçuluk ve hap bilgilere açlıktan kuduran bir millete tesadüf etsek... Acaba diyorum, sıradan değil de sıra dışı olmanın bilançosu ne olurdu? Yani, bu düzene, topluma, millete rest çekmenin maliyetini soruyorum. Yenilikçi bir İngiliz şahsî fikrini şöyle belirtmiş: "Böylece farklı karakterler; önce buyun eğerler, sonra melankolikleşir, daha sonra hastalanır ve en sonunda ise göçüp giderler." Böyledir hakikaten de: Sürüye ayak uydurmazlığın cezası olur düşünmeye devam etmek, sorgulamakta ısrarcılık ve irdelemenin öncüllüğüne soyunmak deliliği.