Ziya Taşkent’in bestesi, Zeki Müren’in bizlere sevdirdiği bir şarkıdır ‘gücüme gidiyor böyle yaşamak’. Sözleri de bir sevgiliye sitemi en iyi biçimde yansıtır.
‘Bir gün sevdiğimi anlayacaksın/O zaman ellerin bomboş kalacak/Beni kaybedecek, ağlayacaksın/Gücüme gidiyor böyle yaşamak’
Hangimiz zaman zaman aynı sitemde bulunmadık ki. Önümüze çıkan engeller karşısında, sevgiliye kırıldığımız anlarda, hemen hemen çoğumuz bu şarkının sözlerini mırıldanmış, en azından ‘Gücüme gidiyor böyle yaşamak’ dizesini tekrarlamışızdır.
Yaşam içerisinde gücümüze gidecek çok şeyler yaşıyoruz. Öyle anlar oluyor ki, yaşamaktan vazgeçtiğimiz anlar oluyor. Tıpkı bir sevgili ağabeyimin yakınlarına ‘beni böyle yaşatmayın’ serzenişinde bulunduğu an gibi.
Yaşam denilen olgu öyle kolay vazgeçilecek bir olgu değil. Gel gör ki, yaşamın engebeli yollarında, çekilen acılar karşısında bir tercih yapmak zorunda kalıyoruz. ‘Olmak, ya da olmamak’ tercihi yapmak zorunda kalıyoruz. Yaşama veda etmek, kendi isteğimiz ile yaşam sahnesindeki rolümüzü sonlandırmak istiyoruz.
Yaşam ne kadar engebeli, acılarla dolu olsa da olmak, ya da olmamak değil, yaşamak gerek. Sabahattin Ali’nin Sinop Cezaevinde yazdığı şiirdeki gibi ‘aldırma gönül aldırma’ diyerek yaşamaya devam etmek gerek.
Acılar ne kadar dayanılmaz olursan olsun, yaşam ne kadar çekilmez olursa olsun, o acılarla yaşamayı öğrenmek gerek. Yaşamın çekilmez çileleri ile yaşamasını bilmek, ‘aldırma gönül, aldırma’ diyebilmek gerek.
Evet yaşamın engebeli yollarında çoğu zaman daraldığım, yaşamdan vazgeçme noktasına geldiğim anlar oluyor. İşte o anlarda “Gücüme gidiyor böyle yaşamak” diye geçiyor içimden. Sonra yeniden anımsıyorum Sabahattin Ali’nin dizelerini ve “Aldırma gönül” diyerek inadına yaşamaya devam diyorum.
Gücümüze gidiyor belki böyle yaşamak, ama aldırma gönül diyebilmesini de bilmeliyiz.