Evet, sorarım sizlere: Mozart’ı nasıl bilirsiniz? O ki; 18. yüzyılın en büyük opera bestekârı, o ki; henüz 4 yaşında iken babasının gözetiminde karışık müzik parçalarını hızla öğrenip çalabiliyordu ve o ki; 5 yaşında beste yapmaya başladı ve yine o ki; henüz 6 yaşına basmadan babası ve kız kardeşi ile Münih’e ilk konser gezisini düzenledi. Daha saymam icap ediyor mu bilmem ama ne demek canım, hepimiz Mozart’ız falan… Mozart nere biz nere..?
Mozart, kendi alanında bir dâhi idi ama asıl büyü burada değil. O, paha biçilmez bir yeteneğe sahip olmakla kalmaz aynı zamanda o devasa yaratıcılığın da bilincindedir. Onun yaşadığı dönem, beğenilme ve takdir görme gibi iki bükülmez pranga ile çepeçevre sarılmış idi. Her şeyin; giyimin kuşamın, yemenin içmenin ve hatta müzik yapmanın dahi belli başlı asla içinden çıkılmaz bir çerçevesi vardı ve bu durum Mozart’a nefes aldırmıyordu. O, bir burjuva idi ama dışlanmış… Verdiği özgürlük savaşı, onun sonu oldu ama çok trajikomik bir sebeple. Peki, ya nasıl?
Mozart, ilginç bir şekilde ilgiye ve ilgiye dair her ne varsa her şeye müptela idi. İlgisiz yaşayamayacak yahut var olamayacak bir karaktere sahip olan Mozart, gerçekten de ilgisizlikten ya da ilgi kesintisinden hayatını kaybetti. Bu iddia, apaçık bir gerçek mi? Bilinmez ama irdelenmeye pekâlâ müsait… Hadi öyleyse, onun yaşamına ve ölümüne sebep olduğunu iddia ettiğimiz ilgi açlığına dair bazı mahzeni bilgilere talip olmaya var mısınız?
Sonradan anlaşılacağı üzere müzik camiasına bir Güneş gibi doğan Mozart’ın henüz yaşadığı devirde müzisyenler, tabiri hoşsa sarayın ayaktakımıydı. Ah ona ki, aman vermez kişisel yazgısıyla mı mücadele etmeliydi yoksa sarayın kokuşmuş dogmalarıyla mı, bilinmez. Su götürmez tarihi bir hakikat varsa o da şu idi: Baba yani Leopold Mozart, oğlunu bir saray burjuva adamı yapmak için çok uğraştı lakin o, tüm çabalarına rağmen buna asla vakıf olamadı. Peki ya, Mozart’ı çağ dışı mizacına ışık tutmaya ne dersiniz?
İcra ettiği müzik ne derece kendine has idiyse aynı şiddette mizacındaki pervasızlık da yüzde yüz ona mahsus idi. Öyle ki, hislerine tercüman olacak hiçbir yan yol bulmadan muhatabına ağzına geleni dolaysızca söylemek daimi tercihiydi. İmalı ya da dolambaçlı konuşmak konusunda tamamen beceriksiz yani bir burjuvaya yakışmayacak şekilde dobra oğlu dobra idi. Böyle bir mizaç, tahmin edileceği üzere dosttan çok düşman çekmek için en ideal vaziyete gebeydi.
Ne demiştik, hatırlayalım: Hepimiz Mozart’ız. Evet; ailenin, çevrenin, toplumun ve çağın pek çok prangasına vurgun ve yorgun ömür sarf ediyoruz. Öyle bir sarfiyat ki, hangimiz şunun ya da bunun lafı, bakışı, tavrı olmaksızın içinden geldiğince yani doğasına uygun yaşadığını iddia edebilir? Evet, hepimiz Mozart’ız keza tıpkı onun gibi içimizde beslediğimiz bir öfke var ve bu öfke, şunadır katiyen sadece: Mevcut düzene amansızca itaat.