Merak denen şu ulvi gücün, insanları hayvanlardan ve Homo Sapiens'i maymun atalarından ayıran birkaç meziyetten biri olduğu inancındayım. Hatta tüm hayatımız boyunca merakla yatıp merakla kalkıyoruz desem yeridir.

Âdemoğlunun evrene duyduğu akıl almaz merak ile şüpheler, sorgulamalar, irdelemeler silsilesi bir olmuş ve XXI. yüzyılın yapay zekâ çağına dek geledurmuştur. Dikkate şayan bir başka husus ise şudur: İnsanın evrimi ile birlikte başkalaşan mizaç yapısında değişmeyen ve ilk günkü özünü muhafaza eden birkaç güdüden biri de ‘’merak’’tır.

Türk halk geleneğinde merak, pek tasvip edilmez sanki. O; atasözlerine, deyim ve deyişlere dek yerleşmiş bir eylemdir. Halbuki merakla yaklaşmamız gereken meseleler çokçadır, keza dünyaya insanları hâkim kılan ve doğaya insanı hükümdar eden, o ulu meziyet yani merak değil midir?

"Eski köye yeni âdet getirmek" sözünün manasını en iyi bilenlerdeniz. Yeniliğe karşı daima hırçın bir millet olduk mu; bu iddiayı Türk tarihine genellemek doğru mu, bilmem. Şu da bir gerçek ki keşif ve merak güdüsüyle hareket edenlere "öcü" nazarıyla uzun mu uzun yıllar baktık ve hala daha bakmaktayız muhakkak. Melekler rahatsız olmasın diye gökbilim yuvalarını bir fetvayla yıkmayı da bildik, Osmanlıyı çağrıştırıp Batı'yı huzursuz ediyor diye fesi yasaklamayı da... (*)

Merakla yatar ve merakla kalkarız demiştik. Bir çoğumuz yarının bize neler bahşedeceğini yahut bizi ne tür hallerimizle cezalandıracağını merak ederek dalıyor uykuya.Hangimiz sabahın ilk saatlerinin verdiği sersemlikle telefonuna doğru bir meyil almıyor; kim, nerede, ne zaman, niçin ne yapmış olabilir diye? Yahut hangimiz yarınına sağ salim çıkabilmek adına tüm gücüyle hayatta kalma enerjisini sarf etmiyor? Velhasıl kelam, merakımıza yenik düştüğümüz için değil midir sanki bütün bu "beden hapsine" olan tahammülümüz.

Evvelâ felsefe, ardından simya yahut bilim; bütün bunlar, merakla yanan insanoğlunun birer yaratımıdır. İnsanlığın ulaşmış olduğu tüm bu teknolojik imkânların, merak eden birileri ve sorgulayan niceleri sayesinde olduğuna hemfikirizdir.

Meraksız ne filozof olurdu Platon ne de âlim... Meraksız ne sanatçı olurdu Da Vinci ne de simyacı... Montaigne, "En az bildiğimiz şeyler, tanrılaşmaya en elverişli olanlardır." derken merak duyma eyleminin ne derece mühim çıktıları olduğunu söylemek istedi belki de.

Bir mühim mesele de var ki temas etmemek olmaz, vicdan huzur bulmaz: Merakla kalkıp bir işe koyulmanın daima hayra gebe olduğu, güzellik ve mutluluk veya başarı getireceği sanısı hakkında temkinli olmalıyız. Yersiz ve gayesiz bir merakla yanıp tutuşmak, bizim bahsettiğimize taban tabana zıt olan bir ruh hâlidir. Olması gereken yeni doğmuş merakı ve güngörmüş olgunluğuyla harmanlanmış yoldur.

Demek ki merak deyip geçmemek, onu aşağı ve bayağı görmemek gerektiği sonucu çıkıyor yapmakta olduğumuz hasbıhâlden. Mermi dolu bir silah gibi düşünürsek onu ya da motoru çalışan bir araba... Birisi için ruhsat ve diğeri için ehliyet lazım gelmekte değil mi? Merak etmek hususunda da kendimizi geliştirmeyi, eğitmeyi ve yetkinleştirmeyi deneyelim ve layığınca olmak koşuluyla bol bol "merakımıza yenik düşelim!"

(*) Küçük Prens adlı kült esere bir gönderme mevcuttur.