Lise edebiyat derslerini hatırlamanızı isteseydim “edebi akımlar” başlığı altındaki romantizm, realizm, sembolizm, kübizm vb. gibi nice kavram beyninizde yankılanırdı değil mi? Dünyamızda edebi akımlar olduğu gibi diğer birçok farklı alanda da onlarca akım mevcut: Siyasi, felsefi ya da dini… Hiç şüphesiz ki var olan bu akımların her birinin savunduğu görüşler, desteklediği fikirler ve iman ettiği olmazsa olmazları var. Bu yazımız ile 21. yüzyıl gençliğinin doğrusunu yani şişirilmemişini hakkıyla kavraması gereken 3 akımdan bahsedeceğim.

1- Hümanizm’in Arka Bahçesi

İyiliksever, yardımsever, hakkaniyetli, adaletli, misafirperver, dost canlısı gibi nice benzer sıfatlara sahip olan değildir, hümanist. Velhasıl, insani değerlerle donanmışların akımı değildir hiç değildir, hümanizm. Peki, nedir bu hümanizmin arka bahçesinde neler olup bitmektedir? Hümanizm, ana akım olarak sevgi ve türevlerine ev sahipliği yapmaz; kısaca insanı merkeze koyar, o kadar. Çıkar be adam, şu ağzındaki baklayı derseniz; ben de “hay hay” der ve şöyle söylerim: Hümanizm, Tanrı kavramını elinin tersi ile iter ve insanı merkeze koyar. Her şey ve her neden insan için ve insandan ötürüdür; tıpkı galaksimizde Güneş’in merkezde yer alması ve her şeyin onun etrafından hareket hainde olması misali… İnsan çıkarı gözetilerek yapılan her eylem ve atılan her adım, hümanizmin arka bahçesinde geçer tek akçedir.

Galaksi örneğinden feyiz alırsak eskiler, dünyanın yani insanın merkezde olduğu ve diğer tüm gezegenlerin ve Güneş’in dünyanın yani “biz / ben” etrafında döndüğü inancında hemfikir idi. Ne zaman ki bu inancın aksi ispatlandı, o vakit merkezde olma hırsımız yani hümanist yanımız büyük bir zayiat verdi. Herhalde nefse ağır gelmiş olsa gerekti, merkezde ve el üstünde olmadığımız gerçeği. Her şeye ve herkese karşın özgür insanı savunan hümanizm, seküler dünya anlayışının olmazsa olmaz sacayaklarından birini teşkil eder. Öyleyse, hümanizm için insanın ya da insanın menfaatinin olmadığı her yerde ne özgürlükten ne de çağdaşlıktan söz edilir. Sonuç olarak atadan olma ve anadan doğma tertemiz olduğumuza inanan hümanistler, çevre faktörü ile bu potansiyel iyiliği daimi kılmak ister. Peki, ya gaye güzel ama pratik, gayeden sapmışsa oradan gelecek hayırdan ne çıkar, hiç düşünen var mı?

2- Feminizm’in Arka Bahçesi

Kadın haklarının, cinsiyet eşitliğinin, bedenin özgürleştirilme söylemlerinin ve de buna benzer diğer her düşüncenin feminizmin arka bahçesinde yeşerdiği inancı hâkim, hakikate susamış zihinlerde. Gerçekten de feminizm, kadın ve erkek eşitliğini her anlamda, her halükarda, her detayda ve her iş kolunda ısrarlı destekliyor mu? Kurmalı iskelede çalışan erkek işçinin yerinde olmak adına feminizm, eşitliği hararetle destekliyor mu? Bu sorular bir yana ama şu var ki bedbahtça feminizme gönül vermişlerin layığıyla dürtülmesi gerektiği inancındayım. Artan cinayetler, şiddetler ve haksızlıklar vb. olumsuzlar -kadın ya da erkek kimin yaptığı fark etmeksizin- referans alınacak olursa evet, dünya genelinde bir bozulma mevcut. Büyük mertebe sahiplerinin iki cinsiyet arasına girip bir ona bir buna tokat atıp aradan çekildiği ihtimaline karşın oturup düşünmeye ne dersiniz?

Feminizmin arka bahçesinde beyni yıkanan -kadın ya da erkek- herkesin oturup cevaplaması gereken bazı sorular var. İşte onlardan yalnızca bazıları: Artan cinayet ve şiddetlerin sebebi, ekonomik refah düşüklüğü olabilir mi? Kadınları delicesine iş dünyasına dâhil etmek isteyen -kadın ya da erkek fark emeksizin- daha çok işgücü ile seri üretim bandını ve doğal olarak kendi cebini mi düşünüyor? Kadınların evlilik yaşının artmasına sebebiyet veren -kadın ya da erkek kim olursa- giderek artan nüfusun getireceği olumsuzları düşündüğü için mi bu inancı körüklüyor? Son olarak feminizm eli ile kadını erkeğe ve erkeği kadına kırdıran -kadın ya da erkek hangisi olursa- çekirdek aileye zeval getirerek ebeveynsiz yani başıboş büyüyen bir nesli daha kolay kontrol altına alacağı için mi bu taktiği uyguluyor? Sonra gel de işin içinden çıkmayı dene, nafile.


3- Narsisizm’in Arka Bahçesi

Kendini beğenmiş, kendini merkeze alan, kendisi için yaşayan mıdır narsist? Belki de narsisizm; hiç bilmediğimiz nedenlerden ötürü, çok daha derinlerden gelen ve önyargıdan ırak bir nazarla okunması gereken bir hastalıktır, kim bilir. Narsist, hakikatte ne kendine âşıktır ne de kendi dışındakilere nefretle muamele eder. Belki bunlar yüzeyde görünenler olabilir ancak işin aslı yani narsisizmin arka bahçesi başka şekilde işler.

Göldeki yansımasına hayran kalan Narkissos’u hepimiz biliriz. Böylece hem akıma adını verir Narkissos hem de narkoza ve hatta nergis çiçeğine. Aslına bakılırsa narsist, Freud’un da belirttiği gibi tamamen dış dünya için geliştirilen libidonun (cinsel enerjinin) tabiri caizse “dışarıda yani sosyal hayatta yüz bulamayıp” neyi var neyi yoksa egoya (benliğe) yönelmesidir. Evet, bu demek oluyor ki asosyal tiplerin narsist olma olasılığı çok daha fazla ve şiddetlidir. Bu demek oluyor ki tüm libidonun egoda toplanıp depolanması ile normal dışı bir hal almasıdır, hakikatteki narsisizm. Artık kendisine olağan üstü derecede fazla ilgi gösterenlerin bilinçaltındaki dürtüyü çok daha net okuyabileceksiniz değil mi?