“Çocukken her akşam yatmadan önce Tanrı’ya bana bir bisiklet vermesi için dua ederdim. Bir gün Tanrı’nın çalışma tarzının bu olmadığını anladım. Ertesi gün gittim kendime yeni bir bisiklet çaldım ve her akşam yatmadan önce Tanrı’ya günahlarımı affetmesi için dua ettim. / Al Capone”
Ülkemizde zaman zaman çeşitli yollarla KOBİ olarak nitelendirilen işletmeler devlet tarafından desteklenerek ayakta kalmaları sağlanmaya çalışılır. Bu model doğru bir modeldir. İşletmelerin toplam sayısının %90’dan fazlasının KOBİ niteliğinde olduğu düşünüldüğünde ekonominin can damarlarının sağlıklı çalışması için devletin suistimalden uzak her türlü desteği ve kolaylığı sağlaması gerekmektedir.
Devlet suistimale izin verir mi?
Maalesef ülkemizde birçok destek – özellikle seçim kaygısı taşıyan destekler- sıklıkla suistimal edilebilmektedir. Bunun başlıca sebebi hızlı karar verme süreci ile hayata geçirilen desteklerin sonuçlarının tam olarak değerlendirilememesidir. Vergi ve prim yapılandırmaları bunların en bilinen örnekleridir. Bir zorunluluğu olmasa hiçbir KOBİ ne vergi, ne de prim ödemek istemiyor. Sebebi çok basit, düzenli ödeyen ve ödemeyen ayrımının yapılmaması.
Peki, ne oluyor bu durumda?
Esnaf ödemelerini düzenli yap(a)mıyor, hazinenin yükü artıyor. Bütçenin dengesi şaşıyor. Terazi kefesini dengelemek için yeniden yapılandırma ve yeni ödeme kolaylıkları geliyor (yapılandırmanın yapılandırması). Bütün dengeler yeniden kuruluyor. Sonra tekrar ödeme dengeleri bozuluyor ve sorun büyümeye devam ediyor. Bunun üzerine bir de zaman zaman uygulanan faizsiz ve sorgusuz KOBİ kredileri eklenince, hazine yükü taşıyamaz oluyor. Çünkü zaten ödemesini yapamadığı için hazineye gerekli katkıyı sağlayamayan KOBİ için hazinenin faizini ödediği kredi açılarak KOBİ yeniden borçlandırılıyor. Yaşamsal fonksiyonlarını yitiren KOBİ, makineye bağlanarak hayatta tutulmaya çalışılıyor. Hazine ise haddinden fazla yıpranarak kan kaybediyor. Yani devlet, destek olmak için harcadığı enerji ile kendisi bitkin düşerken KOBİ’yi de ölüme terk ediyor.
Şimdi gelelim bu işin diğer sonuçlarına. Bu yapılandırmalar, kolaylıklar sadece zor durumdaki KOBİ’lere mi yarıyor dersiniz? Yukarıda hiç de öyle olmadığından bahsettim. Asıl bu işin kaymağını yiyen, art niyetli düzenbazlardır. Durumu olsa bile ödeme yapmayıp af bekleyen, yapılandırma bekleyen, kredi bekleyen esnaf sayısı da hiç az değil.
Bir de kayıt dışı var tabii. Üzerinde yüzlerce çalışma yapılmış, net sayıları ve net üretim miktarlarından tutun da devlete net maliyetine varıncaya kadar hesaplanabilmiş fakat bir türlü yakalanıp kayıt altına alınamamış ekonomimizden bahsediyorum.
Düzenli ödeme yapan (zor da olsa yapmaya çalışan) esnafın deyim yerindeyse “ahmak” olarak algılandığı bir sistemin içerisinde hiç sisteme dâhil olmadan (kayıt dışı bir şekilde) bir eli yağda, diğer eli balda olan birçok kötü örnek mevcut. Devletin kayıt dışılıkla mücadelesinin zayıflığı da eklenince sistem hırsızlar için bulunmaz bir cennet oluveriyor. Önce çalıp, sonra dua ederek işin içerisinden sıyrılmaya çalışanlar ülkesi haline geliyor güzel ülkem.
Al Capone’un meşhur ekonomik yaklaşımını kendisine düstur edinenler unutmasın ki, kendisi vergi kaçakçılığından 11 yıl çok zor şartlar altında hapis yatmış ve geliri ile orantılı bir para cezası ödemiştir.
Sonuç olarak çok basit ve anlaşılır bir denklem var ortada. Prim borcunun düşmesi için kayıt dışı istihdamın azalması, primi ödenmeyen çalışanların primlerinin ödenmesi gerekmektedir. Vergi oranlarının düşmesi için vergi tahsil oranlarının artması ve vatandaşın düzenli vergi ödemesi gerekmektedir. Bunu sağlaması gereken devletin kayıtlı tüccar ve sanayicinin canını yakmaktan vazgeçip, yakalayamadıklarının peşine düşmesi daha doğrudur. Ödemesini yapanı cezalandıran, yapmayanı ödüllendiren sistem adil değildir. Devletten kaçırmayı kendisine düstur edinenlerin cezalandırılması şarttır. Fakat ağır yaptırımlar içeren, haksız yere zenginleşenleri tepetaklak eden cinsten cezalardan olması evladır.
Bu yüzdendir ki “Adalet mülkün temelidir”.