Okumak ve yazmak hususunda gönlü harla yanan herkese selâm olsun. Okumak eylemi ile yazmak ediminin "etle tırnak" gibi olduğuna inananlardanım. Bu inancımı tasdik etmek için toplumun aksayan, paslanan, ekşiyen tüm yönlerine temas etmek, bunu yaparken de tenkitte bulunmaktan ziyade neler yapılabilire sözü getirmektir muradım: İşte benim yazma işine gönül bağlayışım...

İnsanlık tarihinin kilometre taşı mahiyetinde bazı önemli gelişmeleri vardır ve bu taşların yeri oynatılırsa tüm dünyada da yer yerinden oynayacaktır belki de. Bunlardan birinin "PARA" olduğu kanısındayım. Bu "okuyucuya merhaba yazımda" parayı ele alalım istedim lâkin ona farklı bir pencereden bakmak şartıyla...

Zenginin malıdır derler fakirin çenesini yoran, ve çoğunlukla sorulmuştur paranın saadet getirip getirmediği. Yine paraya duyulan arzu şiddetlendiği vakit şuna benzer dilekler de gönüllerden, zihinlerden, dudaklardan dökülüverir usulca: "Öyle çok param olsun ki, insanlar; parayı gördü de bozuldu, yoldan çıktı, sapıtıverdi desinler. Kabulümdür."

Peki ya paranın, mutluluklara gebe olup olmadığı sorusu..? Bence para, mutluluk da getirir huzur da... Neden getirmesin ki? Lâkin gelen paranın sahiplerini bazı insanî değerlerden ve toplumda kabul görmüş normlardan çekip aldığı mâlumdur. Hele hele paranın, kişiye yersiz ve bağnazca bir özgüven vereceği, çevresine karşı bulunacağı eylemlerde aşırıya kaçmaya ve hatta etrafını bir topaç misâli devirip yıkmaya da sevk edeceği gün gibi ortadayken...

Takas sistemine önemli mi önemli bir rakip icat eden Lidyalılardan bu yana para denen olgu, pek çok şekle girmiş ve çıkmıştır. Ben bu hâl değişimlerine "paranın dört hâli" demeyi uygun buldum. İlk olarak para, maden temelli bir sistem ile dünyaya gözünü açmıştır. Lidyalıların başkenti olan Sardes'e bir çay akar idi, Sart çayı... Ve bu çay, bünyesinde altın ve gümüşçe zengin madenleri muhafaza etmek hususunda oldukça maharetliydi. Böylece Lidyalılar da "ayaklarına kadar gelen" bu şansı kullanmasını bilerek tarihe geçmeyi başardı.

Paranın bir ikinci hâli ise cümlemizin mâlumu olan "kâğıt" hâlidir. Kâğıt paraların, cüzdana boydan boya oturtulup dizilmesi, cüzdana bir doluluk hissi vermesi... Tüm bunlar, özgüvene susamış nefse "taze kan" misali bir heye'can' katmaktadır. Paranın kâğıt hâlinin aslında hiçbir değeri olmadığı, gerçek ve mecaz anlamda da "bir kâğıt parçası" olduğu herkeslerce mâlumken bir kâğıt parçası kadar değeri olmayan bu "kâğıt parçası" uğruna hangimiz, bizi insan yapan kimi meziyetlerinden ödün vermedi?

Gelelim şu sıralar bir furyadır kopmakta olan paranın üçüncü haline: Kriptogiller. Çoğumuz bu cins paraların fizikî olmadığına, yastık altına sığmadığına ve tamamen sanal bir cüzdanda ya da bankada hesap açılarak "ben buradayım" dediğine aşinayız. Geleneksel anlayışa asılı kalanlarımız, git gide elimizdeki sıcaklığını kaybeden paranın bu hâline şaşmayı bir kenara bırakıp çağın gerisinde kalmamak adına onunla iyi geçinse iyi eder sanısındayım.

Ee, hani son hâli bu paranın peki? Lidyalılardan olma paranın gelecekteki en son hâli, bence "EMEK" olacaktır. Gerçi takas sisteminde de emek yok değildir, kabul lâkin oradaki emeğin karşılığı yine bir emektir, yani emek ile emek takas edilmektedir. Geleceğin para sisteminde ise bahsini ettiğim emek; karşılıksız, beklentisiz ve gönülsüz hatta bilinçsizce ortaya konacaktır. Léon Bloy’un deyimiyle "Para, fakirin kanıdır." Ya da bizim iddiamıza göre şöyle de denebilir: ‘Para, kölenin emeğidir. Emeklerin köle olduğu bir para sistemi… Alın terinin, pazu gücünün, göz nurunun ‘emek’leyerek paraya dönüşeceği bir sistem...