Bugünkü yazım biraz farklı olacak. Gelen tepkiler nedeniyle böyle bir yazı paylaşmaya karar verdim. Çevremden sürekli duyuyorum, neden güncel konulara değinmediğim ile ilgili sorular geliyor.
Aslında güncel konulara değinmek için, onun temeline, özüne bakmak gerektiğini vurguluyorum çoğu zaman. Sanırım anlatımımla alakalı, insanlara göre hayal dünyasında yaşayan melankoli bir yapıya sahip gibi görünebilirim. Oysaki yazılarımda anlatmak istediğim temel düşünce şuydu; biz ne kadar düzgünüz. Çevreyi eleştirmek, siyaseti eleştirmek, ticareti piyasayı konuşmak kolay. İnsanların çoğu, eksik bilgi ile bilgiçlik taslamaya bayılıyor. Öğrendiği 2 kelime üzerinden üstünlük tasladığını zannediyor. Eleştiri ve ayrımcılık çoğunlukla burada başlıyor. Bu nedenle diyorum ki, biz önce kendi içimize bakalım, ardından eleştirmek yerine destek olalım...
İnsan önce kendinden başlamalı, ardından ailesinden. Sonra komşusundan... Hepimiz yanlışız demiyorum. Öncelik özümü tanımalıyız diyorum. Bizi biz yapan düşünceye sahip çıkalım diyorum. Ne ara kendimizi bırakıp, başkalarının hareketlerine, sözlerine değer verir olduk. Yada eleştirir olduk. Kendimizi kaybedecek kadar zarar verme noktasına geldik.
Atalarımız bu vatanı, birbirine kenetlenmiş her karışına sahip çıkacak bir nesle bırakmak için vermedi mi canlarını...
Bu vatanın her karışı için verilen savaşların öncesinde, küçücük bir umut ışığıyla çıkılmadı mı yola...
Siyasetten anlamam, anlamadığım şey hakkında konuşmam...
Ticaretin içindeyim, konuşmam, yorum yapmam. İsteyen korkaklık olarak algılayabilir hiç sorun değil... Her tüccarın, her esnafın farklı sorunları var ve yorum yapmak haddim değildir.
Burada söylemek istediğim tek şey, biz ne ara biz olmaktan çıktık. İnsanlığımızı ,merhametimizi ne ara unutmaya başladık. Ne ara intikam veya para hırsı bürüdü gözlerimizi...
Kızıma benim küçüklüğümdeki zamanları anlatıyorum ara sıra. Hikaye dinler gibi dinliyor. Sokakta oynarken acıktığımızda komşumuz ekmek arası domates peynir getirirdi. Sokakta terlediğimizde "hadi gelin soğuk bir şeyler için" diyen komşularımız vardı. Akşamüzeri olduğunda tüm mahalleli bir yerde toplanır, çay içer sohbet ederdi. Bana da bir komşumuzun verdiği isim "şamşeytanı"ydı... Biraz yaramaz olduğumu kabul edebilirim....
Peki şimdi böyle mi...?
Alt komşumu aylardır görmüyorum. Yan binada kim var çoğunun ismini bilmiyorum. Çocuklarım dışarıya çıktığında, ya bir şey olursa korkusuyla sürekli onları izliyorum. Bırakın toplanıp çay sohbetleri yapmayı, şu an selam vermeye korkuyor insanlar...
Biz ne ara bu hale geldik. Samimiyetimizi, insanlığımızı, özümüzü ne ara kaybettik...
Yine de içlerinde bir yerlerde o samimiyeti taşıdığına inanıyorum çoğu insanın... Gelen mektuplar ve maillerde beni etkileyen pek çok şey olsa da, aklımda kalanlardan iki tanesini paylaşmak isterim.
Aydın E Tipi Kapalı Cezaevi’nden gelen bir mektup, yazılarıma ve verdiği anlama gösterdikleri değer için çok teşekkür ediyorum. Her insan hata yapar ve hiçbir insanı asla yargılamak bize düşmez. Yüreğinde ne taşıdığını, ne hissettiğini öğrenmek, yüreğine, özüne dokunabilmek, onları dile getirebilmelerini sağlamak gerekmez mi? Bizim de pek çok hatalarımız yok mu? Elbette var. Bu nedenledir ki, insanları yürekleriyle tanıyın, konumu mevkisi ile değil...
Ve gelen ikinci mesaj ise,
""Bizleri yakalayan bir samimiyet var yazılarınızda. Yazar okur duvarı yok gibi. Sanki yakınımızla ya da yıllardır tanıdığınla dertleşir onu dinler gibi.""
Bu mesajın ardından anladım ki, yürekten yüreğe sadece saf ,temiz ,doğal hisler ulaşır... Kendiniz olun, aslında sadece bu yeterli. İçinizdeki iyiliği, güzelliği, sırf başkaları memnun olmuyor diye hapsetmeyin yüreğinize... Bırakın insanlar sizi siz olarak tanısın.
Elbette yadırgayacaklar ilk başta, tıpkı bana yapıldığı gibi, umursamayın o insanları, özünüze sahip çıkın. Emin olun gerisi kendiliğinden geliyor...
Yüreğinize iyi bakın..