Soru, bir kişiye ya da akademisyene değil. Tamamen kamusal bilince yöneliktir. Sokaktaki insana, “akademik özgürlük var mı?” diye sorsanız umurunda olmaz. O insan geçim derdindedir. Çünkü bizim özgürlük anlayışımız politik ve tarihsel sebeplerle ekonomik gerçeklikten koparılmıştır.
Göteborg Üniversitesi’nin yayımladığı Akademik Özgürlük Endeksi’ne göre Türkiye, akademik özgürlüğün en alt seviyedeki ülkeler arasında yer aldı. Kuzey Kore, Türkmenistan ve Eritre ile aynı sıralarda, aynı sınıflardayız.
Ayrıntılar vereceğim ama önce bizim Adnan Menderes Üniversitesi’nde (ADÜ) neler oluyor ona bakalım. Dr. öğretim görevlisi alınması yüzünden bir bardak suda fırtınalar koptu. Doç. Dr. Mehmet Aydıner, adayın bölüm için uygun olmadığını belirterek iki akademisyenle birlikte red oyu kullandı. Aydıner’in iddiasına göre ADÜ Rektör Yardımcısı Prof. Dr. Cemal İyem de direnmemelerini ve onaylamalarında ısrar etti. Ortam gerilmiş, karşılıklı ithamlar ve iddialar havada uçuşuyor.
Olay taraflara göre farklı anlatılıyor. Konu bağlamından koparılıp hassas bir başörtüsü ve siyasi platforma çekildi. Gûya Aydıner, “Başörtülü birisini istemiyorum bölümümde. AK Parti’nin de Allah belasını versin…” demiş. Ulusal basın da savcılığa intikal etmiş yargı sürecine girmiş bir davada Doç. Aydıner’i 28 Şubat zihniyetini uyandırmakla itham etti. Üniversite anında Aydıner’i görevden uzaklaştırdı.
Buraya kadar. Daha ne diyelim? Tarafsız yargının kararıyla taraflar payına düşeni alacak.
Kimi maşerî vicdanla baş başa kalacak kimi de mahşere bırakacak!
VİCDAN MUHASEBESİ
Şu ayrıntıya dikkatinizi çekeyim. “Maşerî vicdan” kamu / topluluk vicdanı. Mahşer, bildiğiniz gibi inanlar için ebedî âlemde büyük hesap günü…
İsteyen hesabını istediği yerde görsün. Biz bu hayatı huzurlu yaşamak istiyoruz. Bunun toplumu bilgi üreterek aydınlatmak, keşiflerle insanların ekonomik refahını, yaşam kalitesini yükseltmek olan üniversitede bu tür tartışmalar affedilir cinsten değil.
Yapılan ölçümlerde Türkiye’nin akademik özgürlüğü kısıtlayan ülkeler sıralamasında en alt sıralara düşmesi, sadece siyasi iradenin hükmüyle olmaz. Akademisyenlerin de tartışmalarını düzeyli, mantık çerçevesinde yapıp sonuç üretmesi gerekirken, konuyu tamamen kampüs dışına çıkarması, siyasi destek ya da tepki alması da izah edilemez.
NE ÜRETTİNİZ, NE VERDİNİZ?
İzmir’in üç devlet üniversitesinde (Dokuz Eylül, Ege ve Katip Çelebi) 20 yılı aşkın sürede öğretim görevlisi olarak ders verdim. Medya ve iletişim alanındaki bilgi, tecrübe ve birikimlerimi akademik disiplin içinde aktardım.
Bu yüzden aktif gazetecilik dönemi dahil 40 yıl kampüslerdeyim.
Muhabirlik dönemimde üniversite kampüsü benim en zengin ve ilginç haber kaynağımdı. Hayata katılacak ne çok haber değeri taşıyan bilgi birikimi vardı. Hocaların anlattıklarını zevk ve heyecanla dinler, okuyucunun ilgisini çekecek haber formunda yayımlardık. Bu alanda pek çok ödül aldım.
Bu yüzden üniversitelerin içinde olup bitenleri yorumlarken haksız ve yersiz ithamlara çok üzülürüm.
Pek çok değerli bilim insanı var. Bir o kadar da bilimi dil bilmekten öteye geçmeyen ezberci, imtiyazlı ve karakter sorunlu akademik personel. Saygıyı hak etmeyen, alan bilgisi noksanlığıyla yıllarca ezberlediği bilgileri aktaran bu hocaların sayısının giderek artması akademik kıyametin habercisidir.
Bu tartışmaların ne yeri ne zamanı… Siz bilim adına ne ürettiniz? Topluma nasıl bir yarar sağlayacak araştırmanız var. Varsa niye paylaşma heyecanı duymuyorsunuz?
Bu sorular eşliğinde konuya noktayı koyalım. Gelişmelere göre gerçekleri konuşalım.