Merhaba. Köşe yazarlığına henüz başlamış bulunmaktayım. Takdir edersiniz ki bu benim ilk yazım. Hem ilk yazım olması sebebiyle hem de siz okurlarıma neyi nasıl verebileceğimi kestiremediğimden dolayı sizlere direkt olarak beni ilgilendiren bir konudan bahsetmeyi tercih ettim. Herkes gibi bir insan olduğumu düşündüğüm şu sıralar beni diğerlerinden neyin ayırt ettiğine karar vermeyi istediğim noktada sosyoloji maceram başladı.
Şehrinize henüz geldim üniversitenize henüz başladım. Bir önceki üniversitem olan İnönü Üniversite ile karşılaştıracak olursam birçok yönden ziyadesiyle daha memnunum. Fakat her ikisinde de karşı karşıya kaldığım bazı noktalar var ki sanıyorum diğer üniversitelerde de durum aynı. Sosyoloji ya da diğer anlamıyla toplum bilim, toplum ve insanın etkileşimini inceleyen bilim dalıdır. Toplumsal (sosyolojik) araştırmalar sokakta karşılaşan farklı bireyler arasındaki en küçük grup ilişkilerinden küresel sosyal işleyişlere kadar geniş bir alana yayılmıştır. Sosyolog ise toplum bilimcidir. Toplum ve toplum-birey arasındaki etkileşim üzerinde çalışan bilim insanıdır.
Sosyolog olmak için donanımlı ve deneyimli olmanın yanı sıra bu işin eğitimini de almak gerekmektedir. Hemen hemen her üniversitede bahsetmekte olduğum bu anadal mevcut ve bünyesinde barındırdığı, kendi alanında başarılı eğitimcilerle sosyologlar yetiştiriliyor. 4 yıllık eğitim, zorlu geçen sınavlar, edinilen bilgiler sonunda sosyolog oldun deniliyor. Peki bu ne kadar doğru sosyoloğun asıl uğraşı olan toplumla etkileşime geçmeden, toplumsal olaylardan ve toplum-birey ilişkisinden beslenmeden, sadece ezberlenenleri kağıda dökerek, zoraki kitaplar okutturularak sırf zorunda olduğun için isteksiz derslere gidip okulu bitirerek nasıl sosyolog olunur?
Öncelikle gençleri anlamak gerekir. Bu bölümü isteyerek mi tercih etti ? Çevresinden gördüğü baskıyla mı? Bunu anladıktan sonra ise bir karar vermesi istenilmeli. Ya kalıp çabalayacak yahut vasıfsız bir üniversite mezunu olacak. Çok sevdiğim ve fikirlerine değer verdiğim bir hocamın da dediği gibi “ya sev ya terk et” çünkü zoraki sosyolog olunmaz, yalnızca üniversite mezunu olmak için de sosyolog olunmaz. Meslek seçimlerimizde maddi getiriyi göz önünde bulundurarak seçim yaparsak çok başarılı olamayacağımızı ve sonunda mutsuz olacağımızı düşünüyorum.
Hangi üniversiteden mezun olursak olalım biz kendimizi geliştirmemişsek yani ilk zaman nasıl başlamış ve mezun olduktan sonra da öyle kalmışsak iş hayatında başarılı olmak biraz zor olacaktır. Çünkü hayat şartları artık eskisi kadar kolay değil nitekim insanlar senin mezun olduğun okulu çok da merak etmiyorlar, kendini ne kadar geliştirmişsin, zihnini çok yönlü kullanabiliyor musun, onlara diğerlerinden farklı ne verebilirsin bununla ilgileniyorlar işte tam bu noktada kendimizi diğerlerinden ayırmak için çabalamalıyız.
Peki üniversitede aldığımız eğitime ek neler yapabiliriz? Çevremizde bizim yapmak istediklerimizi yapmış deneyimli insanlar mutlaka vardır onlarla münazara edip bunu nasıl başardıklarını bizimle paylaşmalarını isteyebiliriz, ihtiyacımız olmasa bile bir işte çalışabiliriz bunun bize mutlaka bir artısı olacaktır. Ne demiş eskiler ‘hayat okulu’ iş hayatınıza dönüp baktığınızda ben çalışırken de bir üniversite okumuşum diyeceğinize eminim, kitap okumak belki de kendimizi geliştirmenin basit fakat bir o kadar da etkili yöntemidir. Çünkü her kitap bir fikir her kitap bir dünya ve biz o kitabı okurken yazarın gözünden onun dünyasını seyre dalıyoruz.
Bu bahsetmekte olduğum kişisel gelişim yöntemleri bizi diğerlerinden ayıracak ve geleceğe dair planlarımızda zorluklar karşısında daha akıllıca kararlar vermemiz hususunda yarar sağlayacaktır. Son olarak, “Yapılana kadar her şey imkansız görünür” demiş Nelson Mandela. O sebeple harekete geçmemiz gerek ki imkânsızlıkların aslında bizim içimizdeki harekete geçmemizi istemeyen, bizim gelişmemizi engelleyen güç olduğunu bilelim.